ÖĞRENİME KATKI BURSU DUYURUSU

ÖĞRENİME KATKI BURSU DUYURUSU

2023-2024 Öğrenim Yılı “Öğrenime Katkı Bursu” için başvurular 02 Eylülde başlayacak 24 Eylül de sona erecektir.

İzmir’de ikamet eden ya da bu ilde öğrenim görecek olup ta başvuracak olanların saat 13.30-15.30 saatleri arasında Derneğimize bizzat gelerek form doldurmaları gerekmektedir.

Bu iller dışından başvurular internet üzerinden imecedostluk@gmail.com e-posta adresine yapılacaktır.

İMECE-DER Yönetim Kurulu.

İmece Dostluk Dayanışma Derneği (İmece-Der)

859 Sokak Vatan İşhanı No:602 Kat:6 Konak/İZMİR
Telefon: 0 232 854 02 94 – 0 536 402 06 28
E-Posta: imecedostluk@gmail.com

www.izmir.imece-der.com

İMECE-DER ÖĞRENCİ BİLGİ FORMU

Kimlik Fotokopisi-Kimlik Bilgileri

Okul Bilgileri

Devam ettiğiniz Lisenin
Adı:
İlçesi:
Bitirdiğiniz Lisenin Adı:
Bitirme yılı:
Bitirme Dereceniz:
Üniversiteye hazırlıkta dersaneye devam ettiniz mi?
Dersanenin Adı:

Devam Edeceğiniz Okulun Adı:

Bölümünüz:
Kaçıncı sınıf:
Okulunuz kaç yıllık öğrenim veriyor?
Gündüzlü mü?
2. Öğrenim mi?
Okulunuzun Bulunduğu

İl :
llçe:

Öğrenim sırasında kalacağınız yer:
Aile    Yurt      Akraba    Arkadaş    Diğer:
Öğrenim Sırasında kalacağınız adres:
Kaldığınız yer için ödeme yapıyorsanız aylık toplam tutarı:

Aile Bilgileri
Anne-baba durumu:
Beraberler      Boşanmış      Baba vefat     Anne Vefat
Ayrı iseler kiminle yaşıyorsunuz?
Adı:
Mesleği
Sosyal Güvenlik kurumu SSK    ES    Bağ-Kur
Birlikte yaşadığınız ebeveynin adı-telefon numarası:
Kardeş Sayısı (siz dahil):
Okumakta olan kardeş sayısı (siz dahil):
Devam ettikleri okullar ve sınıfları:

Evin geçimini kim sağlıyor? Baba     Anne    Diğer
Bakmakla yükümlü olduğu kişi sayısı:
Ailenin oturduğu ev kira mı?
Kira ise tutarı:
Eve giren gelir toplamı:
Ailenin başka geliri var mı?
Aile akraba ya da başka bir yerden maddi katkı alıyor musunuz?
Alıyorsanız nereden ve tutarı:
Anne ya da babanızın vefatıyla size bağlanan bir maaş varsa tutarı:
Burs aldığınız kurumlar varsa kurum adı ve burs tutarları:

Sağlık sorunuz var mı (kronik hastalık) ?
Kan grubunuz:
Aileniz ve sizin üyesi olduğunuz dernek, sendika..vb.?

Sizinle ilgili ulaşabileceğimiz yakınınızın adı-soyadı, iletişim bilgileri

En son okuduğunuz kitaplar:

Hobileriniz; ilgi ve çalışmayı dilediğiniz alanlar:

Cep tlf, watsapp, signal  kullanıp kullanmadığınız; varsa;
E-posta Adresiniz:
Cep Tlf No:

Size ulaşamadığımızda ulaşabileceğimiz kişilerin isim ve tlf numaraları:

Belirtmek istediğiniz özel durumlar-notlar:

İmece çevresinden size referans olabilecek kişi(ler)nin adı soyadı (doldurulması zorunludur):

Verdiğim bilgiler bilgilerin tam ve doğrudur; durum değişikliği olursa anında bilgi vereceğimi kabul ediyorum.

Tarih Ad soyad ve imza

İsim Soy isim

İmza Tarih

Yaşasın 1 Mayıs-Bıji 1 Gulan

 İşçiler, emekçiler, gençler, kadınlar,

1 Mayıs işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günüdür.

1 Mayıs, bütün dünyada işçilerin, emekçilerin, tüm ezilenlerin fabrikada, işletmede, tarlada, yaşamın her alanında, meydanları mücadele isteği, coşkuyla ile doldurduğu gündür.

1 Mayıs işçi sınıfının “Yepyeni bir güneş doğar dağların doruklarından, Mutlu bir hayat filizlenir kavganın ufuklarından, Yurdumun mutlu günleri mutlak gelen gündedir” marşıyla alanlara yürüdüğü   “ Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı”  olsun diye ileri atıldığı bir gündür..

1 Mayıs,  dünya proleteryasının “Proletaryanın zincirlerinden başka kaybedecekleri şeyleri yok, kazanacakları bir dünya var. Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz”  şiarını yükselttikleri, bir gündür.

1 Mayıs faşist diktatörlüğün zorbalığına, sermayenin amansız sömürüsüne, işsizliğe, yoksulluğa, pahalılığa, güvencesizliğe karşı mücadele günüdür.

1 Mayıs, bütün ülkelerin işçilerinin, sermayeye, faşizme, ırkçılığa, ulusal baskı ve zorbalığa, doğanın talan edilmesine ve çevre katliamına karşı birlik, mücadele, dayanışma günüdür.

1 Mayıs dünya proleteryasının  tekelci kapitalistlerin emperyalist paylaşım savaşlarına, savaş kışkırtıcılığına, siyasal- ekonomik yayılma ve güç tesis etmek üzere  ülkelerin işgaline karşı ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin  bayrağını yükselttiği gündür.

Günümüzde Emperyalist büyük güçler dünyanın çeşitli bölgelerinde paylaşım savaşlarını sürdürüyor. Ukrayna’daki savaş, egemenlik ve paylaşım savaşıdır. Ukrayna savaşı emperyalist, gerici haksız bir savaştır. Ukrayna’da Rusya işgaline karşı çıktığımız kadar, devletin  sınır ötesi harekatlarına da  NATO’nun Rusya- Ukrayna savaşı bahanesiyle olası müdahalesine de savaş taktiklerine de karşıyız.

Emperyalizmin dönem dönem ağırlaşan krizine,  krizden çıkmak için saldırganlığına, halklar arasındaki farklılıkları kışkırtarak yaratmak istediği  düşmanlıklara karşı çıkıyoruz. Kapitalizmin insanı değil kârı esas alan barbarlığına, azgın sömürüsüne, çürümüşlüğüne ve kokuşmuşluğuna karşı, başka bir dünyanın mümkün olduğunu biliyoruz. Bu durumda İşçi sınıfı ve emekçiler kendileri için cehennem olan bu sistem karşısında yeni bir dünya özlemini daha çok hissediyor, istiyor ve düşlüyor.

Kapitalizm yerine, baskının, zulmün, sömürünün olmadığı yeni bir dünya rüya değildir. Bilime inanmayan ve onun aydınlatıcı yolundan yürümeyenlerin ömrü sonsuz olamaz.. Yalnız sınıf bilinçli ve örgütlü işçiler ve emekçiler çürümüş kapitalizme darbeyi indirebilir. Yalnızca sınıf bilinçli ve örgütlü işçi sınıfı, emekçiler sahte değil, gerçek özgürlüğü kazanabilir. Yalnızca sınıf bilinçli ve örgütlü işçiler, emekçiler sermayenin ve faşizmin düzeni yerine işçi sınıfı ve emekçilerin iktidarında eşit, özgür bir Türkiye’yi kurabilir ve bu, bizler istersek mümkündür.

1 Mayısa doğru, büyük insanlığın kurtuluşu için, sermayenin boyunduruğu altında çalışan bütün halkların geleceği için, daha insanca çalışma ve yaşam koşullarını elde etmek için örgütlenme ve mücadele etme hakkı için yürütülen büyük mücadele ve dayanışma mutlaka kazanacak!

İşçi sınıfı ve emekçiler zorunlu olarak çalıştıkları fabrikalar ve işyerleri başta olmak üzere bu 1 Mayıs’ ta haklı taleplerini haykıracaklar!  Talepleri hepimizin talepleridir; bizler de bulunduğumuz yer ve koşullara uygun olarak bu taleplere sahip çıkıyoruz, çıkacağız.

Her yer,  her alan 1 Mayıs!

Kapitalizme ve Faşizme Hayır!

Yaşasın İşçi sınıfı ve Emekçilerin Birliği, Mücadelesi, Dayanışması!

Yaşasın İşçilerin Birliği, Halkların Eşitliği- Kardeşliği!

Bıji 1 Gulan

Yaşasın 1 Mayıs

 

Öğrenime Katkı Burs Duyurusu

2021-2022 Öğrenim Yılı “Öğrenci Katkı Bursu” için başvuru 02-24 Eylül tarihleri arasında internet üzerinden imecedostluk@gmail.com e-posta adresine yapılacaktır.

İMECE-DER Yönetim Kurulu

Vatan İşhanı No:602 Kat:6 Konak/İZMİR
Telefon: 0 232 854 02 94 – 0 536 402 06 28
E-Posta: imecedostluk@gmail.com

İMECE-DER ÖĞRENCİ BİLGİ FORMU

Kimlik Fotokopisi-Kimlik Bilgileri

Okul Bilgileri
Devam ettiğiniz Lisenin
Adı:
İlçesi:
Bitirdiğiniz Lisenin Adı:
Bitirme yılı:
Bitirme Dereceniz:
Üniversiteye hazırlıkta dersaneye devam ettiniz mi?
Dersanenin Adı:

Devam Edeceğiniz Okulun Adı:
Bölümünüz:
Kaçıncı sınıf:
Okulunuz kaç yıllık öğrenim veriyor?
Gündüzlü mü?
2. Öğrenim mi?
Okulunuzun Bulunduğu İl :
llçe:

Öğrenim sırasında kalacağınız yer:
Aile   Yurt    Akraba    Arkadaş    Diğer:
Öğrenim Sırasında kalacağınız adres:
Kaldığınız yer için ödeme yapıyorsanız aylık toplam tutarı:

Aile Bilgileri
Anne-baba durumu
Beraberler    Boşanmış    Baba vefat    Anne Vefat
Ayrı iseler kiminle yaşıyorsunuz?
Adı:
Mesleği
Sosyal Güvenlik kurumu SSK   ES   Bağ-Kur
Birlikte yaşadığınız ebeveynin adı-telefon numarası:
Kardeş Sayısı (siz dahil):
Okumakta olan kardeş sayısı (siz dahil):
Devam ettikleri okullar ve sınıfları:

Evin geçimini kim sağlıyor? Baba   Anne   Diğer
Bakmakla yükümlü olduğu kişi sayısı:
Ailenin oturduğu ev kira mı?
Kira ise tutarı:
Eve giren gelir toplamı:
Ailenin başka geliri var mı?
Aile akraba ya da başka bir yerden maddi katkı alıyor mu?
Alıyorsa nereden ve tutarı:
Anne ya da babanızın vefatıyla size bağlanan bir maaş varsa tutarı:
Burs aldığınız kurumlar varsa isim ve burs tutarları:

Sağlık sorunuz var mı(kronik hastalık) ?
Kan grubunuz:
Aileniz ve sizin üyesi olduğunuz dernek, sendika..vb.

Sizinle ilgili ulaşabileceğimiz yakınınızın adı-soyadı, iletişim bilgileri

En son okuduğunuz kitaplar:
Hobileriniz; ilgi ve çalışmayı dilediğiniz alanlar:

Cep tlf,  watsapp kullanıp kullanmadığınız;
Belirtmek istediğiniz özel durumlar-notlar:

E-posta Adresiniz:
Cep Tlf No:
Size ulaşamadığımızda ulaşabileceğimiz kişilerin isim ve tlf numaraları:
İmece çevresinden size referans olabilecek kişi(ler)nin adı soyadı (doldurulması zorunludur):
Verdiğim bilgilerin doğruluğunu; durum değişikliği olursa anında bilgi vereceğimi kabul ediyorum.
Saygılarımla..

İsim Soy isim
İmza Tarih

Saygılarımla..

 

*Bursa hak kazanan öğrenciler 8 Ekimde belirlenmiş olacak ve cep msj yoluyla öğrenciye iletilecektir.

Burs alan her öğrencinin her dönem sonu transkripini Kurumumuza iletmesi; formdaki bilgilerde değişiklik olması durumunda bir hafta içerisinde Kurumumuzu bilgilendirmesi gerekmektedir.

İlk ödeme Ekim 2021 üçüncü hafta sonunda olup, haziran dahil her ayın üçüncü haftası yapılacaktır.

 

 

1 Mayısa Doğru

Covid-19 Virüsünün dünyadaki tüm insanları etkilediği ve yeni yaşam biçimleri ürettiği koşularda, 1 Mayıs yaklaşıyor. Ülkemizde işçi sınıfı ve tüm emekçiler fabrikalarda, işyerlerinde, tarlalarda üretmeye devam ediyorlar. Tekeci burjuvazinin temsilcisi, egemen sınıflar 65 yaş üstü ve 20 yaşa kadar olan insanlara sokağa çıkma yasağı koydu. Ancak bu yasaklama 20 yaş grubundaki işçiler, emekçiler ve tarım işçisi gençler için geçerli değil..Onlar çalışmaya ve üretmeye devam edecek. Yaş skalası açısından, üreten işçiler emekçiler fabrikalarda, atölyelerde, tarlalarda yaşamın her alanında, her gün yeniden üretmeye devam edecekler.

Kapitalizm ve devlet, Covid-19 virüsün yayılmasını önleyecek en önemli tedbirlerin başında gelen “Kişiler arasında fiziki teması kesme” kuralını fabrikalar, işletmeler ve tarlalarda uygulamamaktadır; İşçi sınıfının, emekçilerin ve onların ailelerinin sağlığı değil kapitalistlerin karı ve sermayelerini koruyup büyütmeleri önemlidir. İtalya, İspanya, Fransa, ABD, İngiltere’de de üretim durdurulmadığı için virüs çok yayılmıştır ve bugün on binlerce insanın yaşamını yitireceği beklenmektedir. 1 Mayısa doğru İşçi sınıfı ve tüm emekçilerin talebi, çalışması zorunlu olan işletmeler dışındaki tüm fabrika işletme ve işyerlerinde çalışmanın durdurulmasıdır.

Ülkemizde 11 Marttan bu yana görülen Covid-19 virüs salgını koşullarında kapitalizm ve devlet, işçilere ve emekçilere çalışmayı-üretmeyi dayatmıştır. Alınan önlemler yetersizdir, üretim ve çalışma yaşamı sürmektedir; bu nedenle salgının ivmesi artmıştır. Bilim çevreleri önümüzdeki iki aylık süreçte yeterli önlemlerin uygulanmasını zorunlu görmektedir. İktidar geç kalmıştır, önlemleri yetersizdir ve salgının gerisinden gelmektedir.

1 Mayısa doğru kapitalizmin ve devletin milyonlarca emekçi üzerindeki her türlü sömürüsüne, baskısına karşı mücadele ve dayanışma; düşük ücretlere, sendikalaşma ve sendika seçme hakkına dönük işten çıkarmalara, baskı, moobinge karşı güçlerini birleştirme çabasıyla bütünleşmiştir. Bu mücadele aynı zamanda, işçi sağlığı için güncel olarak Covid-19 a karşı gerekli önlemlerin alınmasıdır. Fabrikalarda, işletmelerde, işyerlerinde üretimin durdurulması istenmektedir. İşçilerin, emekçilerin ve ailelerinin sağlıklı kalmaları için üretimin durdurulması şiarı bir çok fabrikada, işletmede, işçiler, emekçiler sendikalar, meslek örgütleri, tıp ve bilim çevrelerince zorunlu görülmektedir. Siyasi iktidar ise işçilerin, emekçilerin ve sendikaların meslek örgütlerinin ve bilim insanlarının sesine kulaklarını tıkamıştır.

Covid-19 salgını koşullarında da sermaye fabrikalarda, tarlalarda işçileri örgütsüz, sendikasız olarak düşük ücretle çalıştırıyor. İşçi, emekçi havzaları işçi cehennemine dönüşmüş; sigortasız, sendikasız, uzun çalışma saatleri içerisinde milyonlarca işçi neredeyse köleleştirilmiş durumdadır. Covid-19 salgınını engellemenin ve milyonlarca işçi ve emekçinin yaşamını kurtarmanın yolu, işçi sınıfı ve emekçilerin güçlerini birleştirmesi ve mücadelesiyle mümkündür. Siyasi iktidar ve sermaye grupları, işçi sınıfının, emekçilerin ve bilim çevrelerinin haklı ve yaşamsal taleplerine kulak vermeli ve gerekli önlemleri almalıdır.

1-Sokağa çıkma yasağı ilan edilmeli, COVID-19’a karşı mücadele kapsamında, güncel ihtiyaçlara cevap veren, zorunlu ve acil mal ve hizmet üretimi hariç olmak üzere, bütün fabrika ve işletmeler kapatılmalı; en az 15 gün süreyle, iş yerleri tatil edilmelidir. İşçilerin, emekçilerin dolayısıyla ailelerinin sağlığı korunmalı ve salgının yayılma hızı önlenmeli; bu süre içinde işçilere ücretli izin verilmelidir.
2-Ülkemizde işçilerin ücretinden yapılan kesintilerle oluşturulan işsizlik fonunda biriken 130 milyar TL aşan parayı, hükümet, ücretli izne çıkarılan işçilerin ücretlerinin bir bölümünü ödemek için kullanmalıdır. Küçük ve orta düzeyde işletmelerin işçilik payını önemli oranda devlet ödemelidir.
3-İşten çıkarmalar, ücretsiz izin uygulaması yasaklanmalıdır. COVID-19 salgınının yeni bir işsizlik dalgasına yol açmaması, işin ve işçinin gelir sürekliğinin sağlanması için, COVID-19 ile mücadele döneminde, işverenin iş sözleşmesini fesih imkânı askıya alınmalıdır. İşten çıkarılmaların ve işlerin durdurulmasının yol açacağı gelir kaybına karşı, İşsizlik Sigortası Fonu kaynakları hızla devreye sokulmalı, işsizlik ödeneği ve kısa çalışma ödeneğinden yararlanmak için, işçi açısından gerekli olan koşullar kaldırılmalıdır.
İşten çıkarılmaların izlenmesi ve yasaklanması için Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı nezdinde Üçlü Danışma Kurulu bileşimine uygun bir izleme ve denetim mekanizması kurulmalıdır. İşsizlik maaşının süresi uzatılmalı, salgın süresince işsiz yurttaşlara yaşayabilir bir ücret yardımı yapılmalıdır.
4-Yoksul yurttaşların temel ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmalıdır. Sağlık yardımı almakta olan 10 milyon dolayındaki “kayıtlı yoksullara” asgari geçim endeksine uygun bir maaş ödenmelidir.
5-En düşük emekli aylığı asgari ücret düzeyine çıkarılmalıdır. Korona virüsle mücadele döneminde, risk grubundaki kesimlerin ücretlerine 1000 TL ek destek yapılmalıdır.
6- Elektrik, su, doğalgaz, iletişim faturaları ve konut, taşıt kredileri ile kredi kartı borçları, salgın riski boyunca faizsiz olarak ertelenmelidir.
7-Öğrenci yurtları ücretsiz olmalı, öğrencilerin yurt borçları silinmelidir.
8-Çiftçi borçları ve ihtiyaç kredileri, faizleri silinerek taksitlendirilmelidir.
9-Büyükşehirlerde ve illerde Covid-19 hastaneleri ve yurttaşların diğer sağlık sorunları için gidecekleri hastaneler de belirlenmeli ve açıklanmalıdır.
10-Devlet hastaneleri ve özel hastaneler Covid-19 hastalarına ücretsiz sağlık hizmeti vermelidir. Buna uymayan özel hastaneler kamulaştırılmalı. Sağlık alanı ticari kar alanı olmaktan çıkarılmalı, sağlığa eşit erişim ücretsiz olarak sağlanmalıdır.
11-Salgın sürecinde, özel sağlık kuruluşları kamu kontrolüne geçirilmelidir.. Halka yaygın bir şekilde test yapılmalı, hasta olanlar saptanarak tedavi edilmelidir. Test sonuçlarının açıklanmasında ve salgınla ilgili siyasi iktidar şeffaf olmalı ve halktan hiçbir şey gizlenmemelidir.
12-Salgında hastalanma ve yaşamlarını kaybetme riski olan hekimler ve diğer sağlık çalışanlarının ekipman eksiklikleri hızla ve ivedilikle giderilmeli ve Covid-19 testi öncelikle sağlık emekçilerine yapılmalıdır. Kamu-özel bütün sağlık kurumlarında Covid-19 hastalarıyla temas ya da temas şüphesi olan hekim ve sağlık çalışanlarından başlanarak bütün sağlık çalışanlarının testlerinin hızla tamamlanmalıdır.
13-Covid-19 hastahanelerindeki sağlık çalışanlarının sosyal çevrelerini de hastalığa bulaştırmalarını engellemek için mesai sonrası kalacakları mekanlar belirlenmelidir. Ölümlerin artması ile hekimlere ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin artacağını öngörerek, gerekli tedbirler alınmalıdır. Yargı süreci işletilmeden ‘Kanun Hükmünde Kararnamelerle’ işlerinden atılan tüm sağlık çalışanları, akademisyenler ve diğer KHK’li kamu emekçileri işlerine dönmeli;
14-Fahiş fiyatlarla stok, ortalama kar marjının üzerinde zam yapanlara göz yumulmamalı, denetimler artırılmalı, fırsatçılık yapanlara yaptırımlar uygulanmalı;
15-İşçilerin ve emekçilerin temel gıda ve hijyen maddelerine erişimi için kamu kaynaklarına başvurulmalıdır. Virüsten koruyucu ürün ve malzemeler (maske, kolonya,klorak, sabun vb.) başta dar gelirliler olmak üzere halka ücretsiz dağıtılmalıdır.
16-“Evde kalma” nedeniyle kadına ve çocuklara yönelik ev içi şiddetin görünmez kılındığı koşullar yaşanmakta, kadınlar umarsız bırakılmaktadır. Şiddet çağrısı alındığında şiddet uygulayan erkekler öğrenci yurtlarında ayrı bir bölüme yerleştirilmeli, evden uzaklaştırma uygulanmalıdır. İstanbul Sözleşmesi,6284 Sayılı Yasa ve kadınların nafaka hakkı titizlikle uygulanmalıdır..
17- Mülteci geri gönderme merkezlerinde gerekli tedbirler maksimum düzeyde alınmalı, bu merkezlerde olmayan mültecilerin konut, hijyen ve temel gıda malzemesi temini kamu kaynaklarıyla sağlanmalıdır.
18- Devlet salgını bahane ederek yurttaşlar üzerindeki gözetim ve denetim ağlarını baskıya dönüştürülmemelidir. Virüs tehlikesinin getirdiği günlük yaşamdaki bazı kısıtlamalar, güdük temel hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılması, baskı ve bireysel özgürlüklerin, kişilik haklarının ihlaline yol açmamalıdır. Yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayan tüm uygulamalara son verilmeli, internet ortamındaki ifade ve düşünce özgürlüğü ve haber alma haklarına yönelik tüm yasaklamalar, cezalandırılmalar kaldırılmalı.
19- Savaş koşullarında Covid-19’un artacağı düşünülerek, siyasi iktidar emperyal isteklerini bir yana bırakarak, Suriye’deki ve Libyada’daki askeri birlikleri geri çekmeli ve komşu ülkelerle; karşılıklı saygı, içişlerine karışmama ve barış politikası izlemelidir.
20-Öncelikle cezaevlerinde tutukluların hızla tahliyesi sağlanmalı; yaşam hakkı ve ifade özgürlüğü esas alınarak siyasi tutuklular, gazeteciler, hasta mahkûmlar, yaşlılar ve çocuklar tahliye edilmeli, infazlar ertelenmelidir.
21- Çoğu yabancı sermayeyle ortak olan petrol ve maden şirketleri, elektrik santralleri, kar hırsıyla dağları, ormanları, akarsuları, börtü böceği doğal ve kültürel değerlerimizi tahrip etmiş, etmeye de devam etmektedir. Kapitalizm yaşam alanlarımızı, havamızı, suyumuzu, havamızı zehirlemekte, yok etmektedir. Salgın koşulları fırsata çevrilerek doğanın tahribatı devam etmektedir. Tüm canlıların ve çocuklarımızın geleceğini karartanlar, doğa ve çevre savunucularının yolunu kesmekte, bu alanlara girmelerini, halkla bütünleşerek sorunların saptanmasını, çözüm yollarının birlikte üretilmesini engellemektedirler. İşçilerin emekçilerin, halkımızın ve çocuklarının sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, doğal ve kültürel değerlerimizi korumaya yönelik mücadelesi her alanda sürecektir. Bu salgın ekolojik dengenin, tüm çeşitliliği, canlılarıyla sürdürülebilir ve geleceğe devredilebilir doğanın önemini bir daha göstermektedir. Bu ders herkes tarafından iyi anlaşılmalıdır.
22- İllerde bilim kurulları oluşturulmalı, ilçe bazında belediyelerin ve muhtarlıkların da içinde yer aldığı, demokratik kitle örgütü, meslek odaları ve sendika temsilcilerinin ve muhalif siyası partilerin de katıldıkları kriz masaları kurulmalı, bilgilendirme, değerlendirmeler ve çözüm mekanizmaları birlikte oluşturulmalıdır.

Kapitalizm doğası gereği krizde, salgın koşullarında bu kriz daha da ağırlaştı, ağırlaşıyor, kendi kendinini tüketiyor; kendisine bu krizden çıkış yolu bulmaya çalışıyor. Bütün ülkelerdeki kapitalist devlet yöneticileri panik halindeler. Sermayelerini büyütme, karlarını arttırmanın, üretim maliyetlerini düşürmenin yeni yollarını arıyorlar. İnsan olmadan üretim, üretim fazlası olmadan kar olamaz. Kapitalistler ve devlet ‘üretim sürmelidir, salgın olsa da üretim durmamalıdır’ diyor. İşsizlikte işçi bulmak kolay, işçiler ücretli köle! Yani sermayedarlar sömürü ve kar hırslarından vazgeçmiyorlar.

Bu durumda İşçi sınıfı ve emekçiler kendileri için cehennem olan bu sistem karşısında yeni bir dünya özlemini daha çok hissedecek, isteyecek ve düşleyecekler. Kapitalizmin yerine, baskının, zulmün, sömürünün olmadığı yeni bir dünya gelecek. Bilime inanmayan ve onun aydınlatıcı yolundan yürümeyenlerin sonu gelecek.. Ancak yalnızca sınıf bilinçli ve örgütlü işçiler ve emekçiler çürümüş kapitalizme darbeyi indirebilecek. Yalnızca sınıf bilinçli ve örgütlü işçi sınıfı, emekçiler sahte değil, gerçek özgürlüğü kazanacak. Yalnızca sınıf bilinçli ve örgütlü işçiler, emekçiler sermayenin ve faşizmin düzeni yerine işçi sınıfı ve emekçilerin iktidarında aydınlık bir Türkiye’yi kuracaklar.

1 Mayısa doğru, büyük insanlığın kurtuluşu için, sermayenin boyunduruğu altında çalışan bütün halkların sağlığı, geleceği için, daha insanca çalışma ve yaşam koşullarını elde etmek için örgütlenme ve mücadele etme hakkı için yürütülen büyük mücadele ve dayanışma kazanacak!

Yaşasın İşçi sınıfı ve Emekçilerin Dayanışması!
Yaşasın İşçilerin Birliği Halkların Eşit Kardeşliği!
Barış İçin Savaşa, Kapitalizme ve Faşizme Hayır!
Yaşasın Birlik Mücadele ve Dayanışma
Yaşasın 1 Mayıs

Yaşamın kaynağı toplum sağlığıdır,halkın talepleri yaşamsaldır. Halkın talepleri gerçekleştirilmelidir.

Tüm dünyada küresel salgın halini alan ve ülkemizde varlığı 11 Marttan bu yana görülmeye başlanan Koronavirüs (Covid-19) salgını karşısında siyasi iktidar yetersiz kalmış, salgına karşı acil önlemler alınmamıştır. Siyasi iktidarın açıklamalarında çalışanların hakları, kadınlar ve yoksullarla ile ilgili bir önlem bulunmuyor.

Fabrikalarda, işletmelerde ve işyerlerinde işçiler, emekçiler toplu olarak çalışmaya devam etmektedir. Fabrika ve işletmeler bazındaki önlemlerin en olumlusu hijyen kurallarına uymakla sınırlıdır. Virüsünün yayılma ivmesi yüksektir. Alınan önlemlerle sorunun aşılması olanaklı değildir.

Bütün fabrikalarda, işletmelerde, organize sanayi sitelerinde, şantiyelerde, üretimin ve işin durdurulması önem taşımaktadır. Bugün salgının durdurulması sadece 65 yaş üstünün sokağa çıkmamasını istemekle engellenemeyeceği İtalya ve İspanya örneklerinden görülmektedir. Ve bu yaşanmışlıklardan gerekli dersler çıkarılarak derhal sokağa çıkma yasağı ilan edilmelidir.

Bunun için siyasi iktidar, Covid-19 salgınını önlemek için fabrikalar, işyerleri, şantiyelerdeki faaliyeti durdurmalıdır. İşçiler ücretli izne çıkarılmalıdır. Acil ve zorunlu işlerin yapıldığı işyerleri dışında diğer tüm işyerlerinin faaliyetlerini durdurarak çalışanlarını ücretli izne çıkarmalıdır.

Ülkemizde işçinin ücretinden kesilen paralarla oluşturulan işsizlik fonunda birikmiş 130 milyar lira bulunmaktadır. Hükümet, işçilerin maaşında kesilen primlerle oluşan işsizlik
fonunda biriken bu parayı, ücretli izne çıkarılan işçilerin ücretlerinin bir bölümünü ödemek için kullanmalıdır. Küçük ve orta düzeyde işletmelerin işçilik payını önemli oranda devlet ödemelidir.

İşten çıkarma, ücretsiz izin uygulaması yasaklanmalıdır.

Sokağa çıkma yasağı ilan edildiğinde yurttaşların temel ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmalıdır.

Sağlık yardımı almakta olan 10 milyon dolayındaki “kayıtlı yoksullara” asgari geçim endeksine uygun bir maaş ödenmelidir.

En düşük emekli aylığı asgari ücret düzeyine çıkarılmalıdır. Korona virüsle mücadele döneminde 1000 TL destek eklenerek risk grubundaki bu kesimler korunmalıdır.

Konut ve taşıt kredileri ile kredi kartı borçları ve elektrik, su, doğalgaz ve iletişim faturaları salgın riski boyunca faizsiz olarak ertelenmelidir.

Öğrenci yurtları ücretsiz olmalı, öğrencilerin yurt borçları silinmelidir.

Çiftçi borçları ve ihtiyaç kredileri, faizleri silinerek taksitlendirilmelidir.

Büyükşehirlerde ve illerde Covid-19 hastaneleri ve yurttaşların diğer sağlık sorunları için gidecekleri hastaneler de belirlenmeli ve açıklanmalıdır. Devlet hastaneleri ve özel hastaneler Covid-19 hastalarına ücretsiz sağlık hizmeti vermelidir. Buna uymayan özel hastaneler kamulaştırılmalıdır. Salgın sürecinde, özel sağlık kuruluşları kamu kontrolüne geçirilmelidir.. Halka yaygın bir şekilde test yapılmalı hastalar tesbit edilmelidir. Test sonuçlarının açıklanmasında ve salgınla ilgili siyasi iktidar şeffaf olmalı ve halktan hiçbir şey gizlenmemelidir.

Salgında hastalanma ve yaşamlarını kaybetme riski olan hekimler ve diğer sağlık çalışanlarının ekipman eksiklikleri giderilmeli ve Covid-19 testi öncelikle sağlık emekçilerine yapılmalı ve kamu-özel bütün sağlık kurumlarında Covid-19 hastalarıyla temas ya da temas şüphesi olan hekim ve sağlık çalışanlarından başlanarak bütün sağlık çalışanlarının testlerinin hızla tamamlanması, yurttaşların sağlıkları açısından da önem kazanmıştır. Covid-19 hastahanelerindeki sağlık çalışanlarının sosyal çevrelerini de hastalığa bulaştırmalarını engellemek için mesai sonrası kalacakları mekanlar tesbit edilmelidir. Ölümlerin artması ile hekimlere ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin artacağını öngörerek gerekli tedbirler alınmalıdır. Yargı kararı olmadan ‘Kanun Hükmünde Kararnamelerle’ işlerinden atılan tüm sağlık çalışanları ve akademisyenler işlerine dönmelidir.

Fahiş fiyatlarla stok, ortalama kar marjının üzerinde zam yapanlara göz yumulmamalı, denetimler artırılmalı, fırsatçılık yapanlara yaptırımlar uygulanmalıdır.
İşçilerin ve emekçilerin temel gıda ve hijyen maddelerine erişimi için kamu kaynaklarına başvurulmalıdır. Virüsten koruyucu ürün ve malzemeler (maske, kolonya,klorak, sabun vb.) başta dar gelirliler olmak üzere halka ücretsiz dağıtılmalıdır.

“Evde kalma” nedeniyle kadına ve çocuklara yönelik ev içi şiddetin görünmez kılındığı koşullar yaşanmakta, kadınlar umarsız bırakılmaktadır. Şiddet çağrısı alındığında şiddet uygulayan erkekler öğrenci yurtlarında ayrı bir bölüme yerleştirilmeli, evden uzaklaştırma uygulanmalıdır.

Salgın süresinde doğalgaz, elektrik, su ve internet ücretsiz sağlanmalıdır.

Mülteci geri gönderme merkezlerinde gerekli tedbirler maksimum düzeyde alınmalı, bu merkezlerde olmayan mültecilerin konut, hijyen ve temel gıda malzemesi temini kamu kaynaklarıyla sağlanmalıdır.

Devlet salgını bahane ederek yurttaşlar üzerindeki baskı, gözetim ve denetim ağlarını yaygınlaştırmamalıdır. Virüs tehlikesinin getirdiği günlük yaşamdaki bazı kısıtlamalar, güdük temel hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılması ve açık bir faşizme geçilmesine yol açmamalıdır. Yurttaşlar temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayan tüm uygulamalara son verilmeli, internet ortamındaki ifade ve düşünce özgürlüğü ve haber alma haklarına yönelik tüm yasaklamalar kaldırılmalıdır.

Tüketici, konut ve taşıt kredileri ile kredi kartı borçları ve elektrik, su, doğalgaz ve iletişim faturaları günlük olağan yaşama geçinceye dek ertelenmelidir.

Savaş koşullarında Covid-19’un artacağı düşünülerek, siyasi iktidar emperyal isteklerini biryana bırakarak, Suriye’deki ve Libyada’daki askeri birlikler geri çekmeli ve komşu ülkelerle; karşılıklı saygı, içişlerine karışmama ve barış politikası izlemelidir.

Öncelikle cezaevlerinde tutukluların hızla tahliyesi sağlanmalı; yaşam hakkı ve ifade özgürlüğü esas alınarak siyasi tutuklular, gazeteciler, yaşlılar, hasta mahkûmlar ve çocuklar tahliye edilmeli, infazlar ertelenmelidir.

Yerellerde, il/ilçe bazında belediyelerin ve muhtarlıkların da içinde yer aldığı demokratik kitle örgütü, meslek odaları ve sendika temsilcilerinin ve muhalif siyası partilerinde içinde yer aldığı kriz masaları kurulmalıdır.

Bu zor süreçte inisiyatif sadece siyasi iktidarda olmamalı, muhalefet partilerinin ve demokratik kitle ve meslek örgütlerinin toplumsal rol ve sorumluluğu artırılmalı, salgınla ilgili önlemlerin alındığı il ve ilçelerde bilim kurulları oluşturulmalı, başta tabip odaları olmak üzere meslek örgütleri, sendikaların ve siyasi partilerin bu kurullarda temsili sağlanmalıdır.

WORKERS OF SF TRADE AND KALE PRATT&WHITNEY ARE NOT ALONE!


WORKERS OF SF TRADE AND KALE PRATT&WHITNEY ARE NOT ALONE!

Four woman workers of the SF Trade Textile Plant have been picketing at the entrance of the Gaziemir Free Zone for 143 days for being involved in union activities.

The unionization of workers in the Kale Pratt&Whitney Aero Engine Industries, a joint venture between the Turkish Kale Group and the American Pratt&Whitney primarily for making engine parts for the F-35 fighter, spurred the capitalist bosses to action.

When workers in the Kale Pratt&Whitney Aero Engine Plant joined the All Metal Workers Union, the employer terminated 94 workers.

The plant management had effectively reduced wages to minimum wage with low raises, and had started to engage in mobbing against workers after the S-400 crisis with the US. As a result, the workers began to organize under the All Metal Workers Union, a member of DİSK. When the workers exercised their constitutional right and joined the union, the first move was to terminate 7 workers one night, for no reason. The terminated workers staged a demonstration in front of the plant. The workers who expressed support for their fired colleagues were terminated themselves within a few days. Soon, 94 workers had been fired. Then, the plant manager called the workers to a meeting and offered to re-hire them on the condition that they resign from the union. When the workers refused, they responded with threats and insults. The workers started a sit-in on February 29 at the entrance of the Aegean Free Zone to fight for their right to unionize.

The workers fight against the usurping of their legal and legitimate right to unionize, while the employer terminates workers for various reasons. It all boils down to a smear campaign using cherry-picked articles of the labor law, designed to make the employer look righteous on a legal basis. This is not new to the capital: it is a tested method used to break unionization. To prevent unionization among workers, they will identify union members and fire them using various excuses. This plays out once again in the SF Trade and Kale Pratt&Whitney Aero Engine plants.

The bosses of Kale Pratt&Whitney Aero Engine plant fire unionized workers on the one hand, while hiring new and non-union workers on the other to prevent the union from gaining majority. The forces of labor and democracy are obligated to defend the acquired rights of the working class against unlawfulness and injustice, and to rise in solidarity with the working class.

The workers and laborers will expose capitalist bosses for the frauds they are. Today, SF Trade Textile workers are at resistance at the entrance of the Gaziemir Free Zone, and Aero Engine workers are at resistance at the Izmir Fair Gate of the Free Zone. The working class and all people in support of labor stand with the textile and aero engine workers; they support them in solidarity, helping them feel that they are not alone. The justice of time will favor the workers. Workers who resist will finally and rightfully prevail. We stand with workers who recognize the power of organized struggle, who defy the capital and take a step for unionization.

Workers who resist and fight are not alone. The workers, laborers, friends of labor, and the makers of all value stand with them. 11.03.2020

Glory to the working class!
Glory to the workers’ resistance!

İmece Friendship Solidarity Association

YEREL YÖNETİM ANLAYIŞIMIZ VE TALEPLERİMİZ

YEREL YÖNETİM ANLAYIŞIMIZ ve TALEPLERİMİZ

Kente yönelik politika ve uygulamalarda, insan hakları, kentli hakları, kent insanları arasında kardeşlik-barış iklimi, birlikte yaşama, engelli, hasta, çocuk ve kadına duyarlı planlama, yerellerde hizmetlere eşit erişim, insan ve çevre sağlığı gibi kriterler temel referanslar olmalıdır.

Kentlerin sahibi o kentte yaşayan halktır ve yerel yöneticilerin demokratik biçimde seçilmesi ve başarısızlıkları durumunda geri alınması esas olmalıdır. Seçimler gibi, kente dair kararlar da kentlilerin katılımcısı olduğu demokratik süreçler, mekanizmalar  işletilerek alınmalıdır.

Fiziksel, doğal, tarihi ve kültürel değerleri korumak ve geliştirmek, koruma ve kullanma dengesini sağlamak, ülke, bölge ve şehir düzeyinde sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek, yaşam kalitesi yüksek, sağlıklı ve güvenli çevreler oluşturmak  merkezi yönetimin olduğu kadar yerel yönetimlerin de görevidir.

Kentimiz İzmir’in yapılan araştırmalardaA beş bin yıl öncesine kadar uzanan bir tarihi vardır. Yıllarca süren çalışmalarla ortaya çıkan tarihi mirasına sahip çıkan, bu mirası bilimsel temelde ciddi araştırmalarla zenginleştirici projeler üreten bir yerel yönetim anlayışı,  kentin tüm kültür ve doğal varlıklarını geleceğe taşıyabilir.

Kent yönetimine talip olan başkan adayları ve meclis üyelerinin kentin sorunlarının çözümü konusunda önerilerde bulunması bir program ortaya koyması kuşkusuz önemli, ancak yeterli değildir. Sermayeye karşı emekçi halkın çıkarlarını savunan  yerel yönetim adayları, tekellerin, uluslar arası ya da yerli sermaye gruplarının değil halkın taleplerini, çıkarlarını savundukları ölçüde halkın desteğini ve sevgisini kazanabilirler. Sermaye partilerinin adaylarından ayıran başlıca farklılık da ekonomik, sosyal ve siyasi demokrasi taleplerini savunması, buna uygun politikaları geliştirerek uygulamasıdır.

Kentimiz özellikle son yıllarda yoğun göç almış; hızla nüfusu artmıştır. Kentin  kamu yararından uzak sermaye odaklı planlanması gelecekte, hava kalitesi daha da kötü, yaşam standartları düşük, yeşil alanları  olmayan, ranta odaklı yapılaşma  ve ulaşım sorunları yaratmıştır.

‘‘ Körfez Tüp Geçiş Projesi, henüz yapım aşamasında olan İstanbul Otoyolu ile Çiğli’de sulak alanların ve Kuş Cennetinin olduğu bölgeden güneyde doğal sit statüsü değiştirilen İnciraltı ve Çeşme yarımadasını birbirine bağlayacaktır.” Bu proje Gediz deltasındaki kuş türlerinin yoğun bulunduğu bölgede sulak alanların tasfiyesi ile kuş, bitki, memeli hayvan, çeşitli kelebek türleri yok edilerek, ekolojik dengeleri tahrip edecek, betonlaşmaya yol açacak ve plan değişiklikleri ile yüksek rant artışlarının önünü açarak kıyıları betona teslim eden bir kentin yolunu açacaktır.’’(1) İzmir’in tarihi, kültürel ve doğal değerleri-zenginlikleri rant için tasfiye edilmiş olacaktır. İzmir’in İstanbul olmasını istemiyorsak bu ‘‘ihanet’’ projelerine karşı durmak İzmir’i yönetecek başkanların öncelikli görevidir.

Doğa Derneği’nin de içinde yer aldığı “İzmir’e Sahip Çık” platformu’nun da önerdiği, desteklediği 15 Şubat 2019 günü yeryüzünün en zengin ve benzersiz doğal alanlarından biri olan İzmir’in Gediz Deltası’nın UNESCO Dünya Doğa Mirası ilan edilmesi için çalışmalar hızla başlatılmalı; bu konuda yapılmakta olan çalışmalar desteklenmelidir.

Alsancak’taki tarihi Elektrik Fabrikası’nın arazisiyle birlikte,  Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından Devlet İhale Kanunu’nun kısıtlamalarına tabi olmadan satışa çıkarılması engellenmelidir. İzmir 1 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 8 Ocak 1998 tarihli kararıyla ‘Korunması Gerekli Kültür Varlığı’ olarak tescillendiği temel alınmalı; 1943 tarihinde kamulaştırılarak İzmir Belediyesi’ne devredilen sahanın tekrar İBB’ye devri için meslek odaları ile kentliler birlikte kenti savunmalıdır.

Bayraklı bölgesini çok katlı beton blokların ısı adaları oluşturarak ekolojik dengeyi bozmasına engel olunmalı, kentin tarihi ve doğal dokusuna aykırı projelere onay verilmemelidir.

Egemen iradenin, siyasi iktidarın kürt sorunundaki şiddet yanlısı ırkçı, ayrıştırıcı, düşmanlaştırıcı, yandaşlarını kayırmacı politikalarına karşı kent düzeyinde eşitlikçi, özgürlükçü, yerel hizmetlerin  gerçekleşmesinde yoksul-dar gelirli yerleşimlere öncelikli, barışçıl ve demokratik projeler üretilmelidir.

Yönetime aday olanlar, alevilerin, farklı din, mezhep ve kültürlerin inanç özgürlüğünü ayrımsız savunmalıdır. İbadet mekanlarının restorasyonu desteklenmeli, güvenlikli kılınmalıdır Yönetmeye aday olanlar, sendikalaşmayı, sendika seçme özgürlüğünü, taşeron uygulamasına karşı kadrolu-güvenceli çalışma hakkını esas alan anlayış ve uygulamaların savunucusu olmalıdır.

Belediye emekçilerinin kadrolu, güvenceli istihdamını esas almalı, liyâkattan taviz verilmemeli, sendikaları tahakküm altına almaya çalışmadan, eşit ilişki kurabilmelidir. Sendikaların ve demokratik kitle örgütlerinin İzmir’de yerel demokrasinin gelişiminin bir parçası olduğu bilinmelidir. Kocaoğlu döneminde kadrolu olabilmek için hukuk yoluna başvuran ve işinden atılan tüm işçilerin yeniden iş başı yapmalarını sağlayacak adımlar atılmalıdır.

696 Sayılı kanun Hükmün’de kararnameyle  belediyelerde çalışan şirket işçileri, süresiz işçi statüsüne geçirilmişti.. Bu işçilere 2020 yılına kadar toplu iş sözleşmesi yapılmayacak, kadrolu işçi gibi 4 ikramiye verilmeyecek ve sosyal-ekonomik haklardan yararlanamayacaklar. Bu işçilere sadece düşük bir zam öngörülmektedir. Bu kararname eşitlik ilkesine aykırıdır. Kadroya geçirilme adı altında işçilerin ekonomik ve sosyal hakları gasp edilmiştir. Yerel yönetim adayları bu kararnameye karşı çıkmalı ve işçilerin ekonomik ve sosyal haklarını savunulmalı, eşitlik ilkesini temel almalıdır.

Toplu İş Sözleşmeleri (TİS) nin sendika, sendika olmayan iş kollarında işçi temsilcileriyle yapılmasını savunulmalı; grev hakkının önündeki engelleri kent bazında yok saymalıdır. Kıdem tazminatı hakkını güvenceye almalı; kiralık işçilik uygulamalarına karşı çıkmalıdır.

Çalışanlar arasında cinsiyet eşitliğini savunmalı; özellikle kariyer, kadro yükseltmede pozitif ayrımcı, ücret politikasında mutlak eşitlikçi olmalıdır.

Kentimizde kadın hak ve özgürlüklerine uygun koşulları oluşturmayı; kentin gecesi-gündüzüyle, toplu taşım araçlarıyla, sokaklarıyla güvenli kılıcı politikaları geliştirmelidir.

Gençliğin bilimsel-özerk-demokratik-parasız eğitim-öğretim hakkında her gün daha fazla artan eşitsizliğe karşı politikalar geliştirilmeli; barınma, ulaşım, beslenme konularında olanaklar yaratılmalıdır

Küçük üreticilere ve köylülere düşük oranlı kredi tahsisi, kooperatifleşme olanaklarını sağlamalı; Kooperatifleşmenin yaygınlaştırılması için üreticilere yardım ve destek politikaları (destekleme alımları) geliştirilmelidir. El emeği üretimi yapan kadınlara yerel pazarlarda ücretsiz  alanlar sağlamalıdır.

Tarım ve hayvancılığa yapılacak ekonomik destekleri yerel bütçe kaynaklarından yapmalı ve halka aracısız, ucuz beslenme olanaklarını sağlamalı; bunun için de üretim ve tüketim kooperatifleri kurulması için adımlar projelendirilmelidir.

Tarım emekçilerine yönelik bir ekonomik ve sosyal güvence ağı geliştirilmesini savunmalı; kırsal kesimde kadınlara yönelik özel bir sosyal güvenlik sistemini bu döngü içerisinde  projelendirilmesini savunarak uygulamasını gerçekleştirecek bir alan açmalıdır.

Tarım alanları, sulak alanlar, su kaynaklarının özelleştirmelere açılmasını, sermayeye bırakılmasına kararlılıkla karşı çıkmalıdır. Bu temelde HES, RES, Termik santrallerin yerlerini meslek örgütleri, uzmanlar ve yöre halkı ile belirlemeyi savunmalıdır. Güneş enerjisinden yararlanmanın yolları aranmalıdır.

Kentimiz yeşil alanlardan da il ve ilçe bazında otoparklardan da  yoksun durumdadır. Kentin yeşil alanları artırılmalı,ihtiyaçlar nüfus oarnında belirlenerek katlı otoparklar yapılmalıdır.

Hava kirliliği, araç yoğunluğu ve diğer nedenlerle yoğunlaşmıştır. Koah, astım, solunum yolu hastalıkları yüksek orandadır. Kentimizdeki hava kirliğini ortadan kaldıracak politikalar geliştirmek zorundayız.

Gıda güvenliğini denetimleri sıklaştırarak sağlamalı, BB bünyesinde araştırma laboratuarları kurmak projelendirilmelidir.

Yerel yönetimlerin ulaşım hizmetlerinden kar elde etmesi düşünülemez. Yerel yönetimler ulaşım hizmetini diğer gelirlerinden sübvanse etmelidir. Kentlerde ulaşım hizmetleri yerel yönetimlerin kamusal bir görevidir. Kentte yaşayan tüm yurttaşların toplu taşıma hizmetlerinden yararlanması asgari ücret esas alınarak yapılmalıdır.

Saygılarımızla

İmece-Der

 

  • İzmire Sahip Çık

 

 

 

Olcay Çınar


OLCAY ÇINAR
10.08.1952 De Mardin’in Cizre ilçesinde doğdu.
Babası jandarma astsubayı, annesi ev hanımıdır. Dört kardeşin en büyüğüdür. Babasının mesleği dolayısıyla ilk okulu Bingöl ün Kığı, Mersin in Gülnar ilçelerinde, ortaokulu Kütahya da; liseyi İzmir Eşrefpaşa Lisesinde okudu.
Liseden sonra Ege Üniversitesi Makine Mühendisliğini kazandı. İlk yıllarında yurtsever devrimci hareketle tanıştı. Buca da özerk demokratik üniversite mücadelesi verirken bir yandan da faşizme ve emperyalizme karşı mücadelede Halkın Kurtuluşu saflarında yerini aldı.
Üniversiteyi bitirdikten sonra DSİ’de makine mühendisi olarak çeşitli görevlerde bulundu.
Kamu çalışanlarının sendika hakkı için mücadele etti ve KESK in İzmir deki yapılanması için çok emek verdi; Kamu İktisadi Teşebbüsü kurumların özelleştirilmesine;TEK in özel şirketlere devrine karşı mücadelede ön saflarda yer aldı.
Sevgili eşi Şenol la üniversite yıllarında anti faşist mücadele içinde tanıştı, mücadelede birlikleri evlilikle sonuçlandı. Bir erkek çocukları oldu.
Yakalandığı amansız hastalık nedeniyle 09.08. 2016 da aramızdan ayrıldı.
Bizlerle yaşayacak.

16 Eylül Saat 16.30 da Gündoğdu Meydanında denize bakan heykelin sol yanındayız. “Laik Eğitim, Laik Yaşam, Eşit Yurttaşlık Mitingi”ne katılmaya, çevremizi katmaya ve geleceğimize birlikte sahip çıkmaya davet ediyoruz

ÇEDES ile İzmir’de 842 okulda, eğitim alanında öğretmenIik eğitimi bulunmayan ‘manevi danışman’ adı altında din mensupları görevlendirildi.

18 yaşını doldurmamış, fiziksel, ruhsal ve sosyal olarak kişilik oluşumunu tamamlamamış, içinde bulunduğu toplumsal yapı içerisinde karar alma, irade kullanma yeterliliği, olgunluğuna erişmemiş çocuklarımız bu kişilerin telkin ve yönlendirilmelerine bırakılacak; “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (ÇEDES) ile öğrencilerin okul dışında Diyanet işleri Başkanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı kamplarında da din görevlileri-imamlarla buluşmaları ve ’değerler eğitimi’ çalışmalarına katılmaları sağlanacak böylelikle ÇEDES ile tarikat ve cemaatlere öğrenciler devşirilecektir.

Laik olmayan bir eğitim sistemi bilimsel değildir, demokratik de olmaz
Laik olmayan bir eğitim sistemi çocukları okumadan, tartışmadan, sorgulamadan itaat etmek üzere yetiştirir. Bu çocuklar gelecekte ekonomik, demokratik haklarını tanımaz, kullanamaz ve savunamazlar; eşit yurttaşlık bilinci geliştiremez, toplumun hak ve özgürlükler mücadelesinde özne olamazlar.

Bizler var olan anlayış ve uygulamaları gerçek anlamda laik bulmaz iken bu yeni uygulamayla insanlar arasında inanç ayrımı yapan, kendisi gibi olmayana kindar ve düşman kuşaklar yetiştirilmesine izin vermemeliyiz. Eğitim sisteminin ve okulların tamamen egemen siyasi ideolojiye teslim edilmesine seyirci kalmayacağız.

Eğitimin gerçek anlamda cinsiyet eşitliğini esas olan, demokratik, bilimsel ve laik bir içerikte örgütlenmesi, herkesin eşit, anadilde parasız eğitim alabilmesi için hepimiz yurttaşlık bilinciyle harekete geçmeliyiz.

16 Eylül Cumartesi günü yapılacak olan “Laik Eğitim, Laik Yaşam, Eşit Yurttaşlık Mitingi’ne katılmaya, çevremizi katmaya ve geleceğimize birlikte sahip çıkmaya davet ediyoruz.

SAAT 16.30 DA GÜNDOĞDU MEYDANI’NDA, DENİZE BAKAN HEYKELİN SOL KÖŞESİNDE BULUŞUYORUZ.

İmece Dostluk Dayanışma Derneği

KESK- Eğitim-Sen: KHK ile işlerinden ihraç edilen kamu emekçilerinin işlerine iadesi yapılana kadar mücedelemizi sürdüreceğiz. Bütün velilerimizi okullara imam atanmasına karşı “Laik Yaşam, Laik Eğitim ve Eşit Yurttaşlık” talebi ve “ÇEDES’e Hayır” Mitingine çağırıyoruz.

Karşıyaka Çarşı girişinde Kanun Hükmünde Kararname(KHK) lerle işlerinden ihraç edilen kamu emekçilerinin işlerine iade edilmeleri için KESK_Eğitim-Sen 2 Nolu Şube oturma eyleminin 259. sunu yaptı. Oturma eylemine ve basın açıklamasına Eğitim-Sen MYK üyesi Sinan MUŞLU ve İzmir Emek ve Demokrasi Güçlerinden siyasi parti ve kitle örgütü temsilcileri de katıldı. Oturma eyleminde, 16 Eylül 2023 tarihinde İzmir’de Gündoğdu Meydanı’nda saat 17.00’de gerçekleştirilecek olan “Laik Yaşam, Laik Eğitim ve Eşit Yurttaşlık” talebi ve “ÇEDES’e Hayır” Mitingine çağrı da yapıldı. Oturma eyleminde Eğitimsen Merkez yöneticisi Sinan Muşlu söz alarak, ÇEDES’e, karma eğitimi kaldırmaya yönelik adımlara, seçmeli din derslerinin zorunlu tutulmasına ve eğitimi dinselleştirmeye yönelik uygulamalara hız veren siyasi iktidara karşı, toplumun tüm kesimlerini eşit yurttaşlık ve bilimsel eğitim mücadelemize güç vermeye çağırıyoruz dedi.

Açıklamayı Eğitim-Sen 2 Nolu Şube Başkanı Veysel Beyazadam okudu. Açıklama şöyle:

“Basına ve Kamuoyuna;
İnsanı var eden önemli unsurlardan birisi de değerleridir. Tarihin süzgecinden geçen bu değerler yaşamı varsıllaştıran, emeği yücelten, çevreyi önceleyen, dayanışmayı ortaya çıkaran özellikte olmalıdır. Ne ki bireyciliği ön plana çıkaran, pragmatist yaklaşımları önemleyen, çeşitliliği tehdit olarak gören, sömürüyü ortaya döken ve gerici tutumlar da bu tarih içerisinde yerini almıştır.

İşte burada toplanan bizlerin mücadelesi de insanlığın karşısına konan kötücüllükle savaşmak içindir. Ölüme karşı yaşamı, savaşa karşı barışı, sömürüye karşı dayanışmayı, baskıya karşı özgürlüğü, tekçiliğe karşı çoğulculuğu, demokratikleşmeyi ve emeğin yüce değerini ortaya koymak içindir.

15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası bu ülkede yaşananlar, adeta darbe gerçekleşseydi neler yaşanılırdı sorusunun yanıtı niteliğindedir. Yirmi yılı aşan gerici ve ırkçı yönetim tarzı, ekonomiden, ekolojiye, yaşam tarzından özgürlüklere, kadın cinayetlerinde çocuk istismarına, eğitimden sağlığa bir bütünüyle toplum refahını ve birlikte yaşamı hedefe koymuştur. İstikrar adı altında ortaya koydukları her politikadan mahpuslardaki işkence kanıtları ortaya çıkmıştır. Değişim dedikleri her politikadan yaşarken ölümü dayatan ekonomi politikaları ortaya çıkmıştır. Güvenlik dedikleri her politikadan “beka” sosuna batırılmış savaş kararları ortaya çıkmıştır. Gelişim dedikleri her politikadan betonlaşan şehirler ve yok olan ormanlar ortaya çıkmıştır.

15 Temmuz darbe girişimi öncesinde tüm bu olumsuzluklara karşı sesini yükselten aydın, ilerici, demokrat, muhalif kesimlerden de pek çok arkadaşımız aynı kefeye konarak işlerinden ihraç edildiler. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde en büyük kamu emekçisi kıyımı yaşatıldı. Darbe unsurlarıyla ilişkilendirilerek işlerinden ihraç edilen arkadaşlarımız ise her zaman olduğu gibi direndiler ve direniyorlar. 136 bin kişilik ihraç furyası içerisinde 4 bin civarındaki Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’na bağlı yönetici ve üye arkadaşımız da işlerinden ihraç edildi. Uzun süren ve adına OHAL Komisyonu denilen oyalama aparatı ile arkadaşlarımız ikinci kere cezalandırdılar. Uluslararası hukuk normlarına aykırı olarak yürütülen süreci uzatmak için yargıyı da kullanarak göreve iadelerde ret kararı verdiler. Göreve iade kararı verilen arkadaşlarımıza “arşiv kaydı” ve “güvenlik soruşturması” bahanesiyle süreci tıkadılar.

İlk günden bu yana gerek ulusal gerek uluslararası tüm mecralarda dedik: “Hukuksuzluğunuz bizi yıldırmaz alanlarda olacağız!” diye. İşte devam ediyoruz, 259 haftadır alanlardayız. Arkadaşlarımız tüm Anadolu insanı için bir umuttur, mücadeleyi bırakmayacağız, devam ediyoruz, 259 haftadır alanlardayız. Bizlere giydirmeye çalıştığınız bu deli gömleğini giymeyiz, direneceğiz, direniyoruz, 259 haftadır devam ediyoruz. Ağaç kökü yemeye zorladığınız arkadaşlarımızı çar çur ettirmeyiz, dayanışma göstereceğiz, gösteriyoruz, 259 haftadır alanlardayız. Bilmediğimiz işlerde çalışmak zorunda kalarak iş cinayetlerine kurban gitsek de geriden gelenlere anlatılacak hikayelerimizle çoğalacağız, bitmeyeceğiz, bitmedik, 259 haftadır alanlardayız. Bu yol bizim daha aydınlık bir ülke kurma, Anadolu halklarının birlikte eşit, özgür, dayanışma ile ve demokratik yaşama yolumuzdur, yolumuzdan dönmeyeceğiz, dönmedik, 259 haftadır alanlardayız.

Bizler İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri’nin bileşeni olarak KHK’lerle işlerinden ihraç edilen tüm arkadaşlarımızın bir an önce işlerine dönmelerini istiyor ve bu mücadeleye omuz veriyoruz. İhraç arkadaşlarımız ülkenin emek, barış ve demokrasi mücadelesi tarihine adlarını altın harflerle yazdırdılar. Onları bu haklı mücadelelerinde yalnız bırakmayacağız ve en son arkadaşımız işine iade edilene kadar mücadelemize devam edeceğiz.”

Haydi İzmir: Laik Eğitim, Laik Yaşam ve Eşit Yurttaşlık için 16 Eylül’de saat 17.00 de Gündoğdu Meydanı’na

LAİK EĞİTİM, LAİK YAŞAM VE EŞİT YURTTAŞLIK İSTİYORUZ!
Milli Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı ile imzaladığı “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (ÇEDES) adli Protokol ile eğitim sistemini iktidarın siyasal-ideolojik çizgisi ve dini-kültürel ihtiyaçları doğrultusunda biçimlendirmeyi hedefliyor.

ÇEDES ile öğretmenIik eğitimi bulunmayan kişiler ’manevi danışman’ adıyla okullarda
görevlendirilecek.

ÇEDES ile İzmir’de 842 okulda eğitim alanında ’manevi danışman’ ve çeşitli din görevlileri için dini telkin ve dinsel etkinlik alanı oluşturuldu.

ÇEDES ile vaiz, imam hatip ve Kur’an kursu öğreticilerinin, İlahiyat Fakültesi mezunlarının eğitim kurumu olan okullarda ‘manevi danışman’ olarak görev yapmalarının önü açılırken, öğrenciler okul içinde yeni din görevlileri ile karşılaşacaklar.

ÇEDES ile öğrencilerin okul dışında Diyanet işleri Başkanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı kamplarında da manevi danışmanlarla buluşmaları ve ’değerler eğitimi’ çalışmalarına katılmaları sağlanacaktır.

ÇEDES ile tarikat ve cemaatlere öğrenciler devşirilecek.

Laik Eğitimi ve laik yaşamı hedef alan yurttaşlarımız arasında inanç ayrımı yapan
uygulamaları kabul etmemiz ya da onaylamamız mümkün değildir.

Laik olmayan bir eğitim sistemi bilimsel olmadığı gibi demokratik de olmaz. Laik olmayan bir eğitim sistemi demokrasiye hizmet etmeyerek bireylerin inançlarını özgürce yaşamasını engeller.

Laik olmayan bir eğitim sisteminde çocuklar itaat etmek üzere yetiştirilir. Bu çocuklar gelecekte ekonomik ve demokratik haklarını savunamazlar.

Gerçek anlamda laik bir eğitim ancak demokrasinin, eşit yurttaşlık bilincinin, toplumun hak ve özgürlükler alanının genişlemesi ile mümkündür.

Gerçek anlamda ‘eşit yurttaşlık’ ilkesinin hayat bulması, devletin bütün inançlara eşit mesafede ve tarafsız olmasına, günlük yaşamın her alanında okulda, işyerinde, üniversitede, sokakta, farklı kimlik, inanç ve dünya görüşleri arasında ayrım yapılmamasına bağlıdır.

Devletin Bütün inançlara eşit mesafede ve tarafsız olması yönündeki taleplerimizde
ısrarcı olduğumuzu göstermek için 16 Eylül İzmir mitinginde buluşuyoruz.

Eğitim sistemi ve okulların tamamen siyasi egemen ideolojiye teslim edilmesine seyirci kalmayacağız.

ÖğrenciIerimizin bu projeye dahil edilmemesi işin veliler olarak okullara dilekçe vereceğiz.

ÇEDES ve benzeri proje ve protokollerin durdurulması ve iptali için yurt genelinde imza
kampanyası başlatacağız.

Eğitimin gerçek anlamda cinsiyet eşitliğini esas olan, demokratik, bilimsel ve laik bir içerikte örgütlenmesi, herkesin eşit ve parasız eğitim almasının sağlanabilmesi için tüm halkımızı çocuklarının ve ülkenin geleceğinden endişe eden bütün velileri, eğitim ve bilim emekçilerini,

16 Eylül’de yapılacak olan “Laik Eğitim, Laik yaşam, Eşit Yuttaşlık Mitingi”ne katılmaya ve geleceğimize birlikte sahip çıkmaya davet ediyoruz.

Toplanma Yeri: Cumhuriyet Meydanı Saat.14.00
Miting Yeri: Gündoğdu Meydanı Saat. 17.00

12 Eylül AKP-MHP iktidarı ile sürüyor, mücadele devam ediyor..

İzmir’de devrimciler Ege 78’liler, 78’liler Girişimi, Karşı Sanat Çalışmaları’nın çağrısıyla “12 Eylül darbesiyle hesaplaşmamız sürüyor sürecek..” pankartı arkasına toplanarak Konak’ta Eski Sümerbank önünde açıklama yaptı.

Açıklamayı, Günseli Kaya okudu. Açıklamada, demokratik bir anayasa talep edildi ve 12 Eylül askeri faşist darbesinin 43. yıl dönümünde askeri faşist darbelere karşı çıkılarak, 12 Eylül’ün beşli generaller cuntasının AKP-MHP faşist blokunu iktidara getirdiğini ve Amerikancı “bizim çocukların” iktidarının sürdüğü koşullarda “12 Eylül darbesinden bu yana hükümetlerin değişmesiyle birlikte kısmi değiştirmelerle sürdürülen 1980 Darbe Anayasasının kaldırılarak; demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi ve sosyal bir anayasanın
toplumsal bir mutabakat ile yapılmasını talep ediyoruz! Toplumsal barışın, adaletin, kolektif ve bireysel hak ve özgürlüklerin sağlandığı, baskının ve şiddetin değil özgürlüğün ve eşitliğin olduğu Demokratik Cumhuriyet’te yaşama” isteği belirtildi.

Açıklama sırasında, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz”, “Gün gelecek devran dönecek darbeciler halka hesap verecek”,” insanlık onuru işkenceyi yenecek” sloganları atıldı.

12 Eylül AKP-MHP faşizmi ile sürüyor..

12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen askeri darbenin üzerinden 43 yıl geçti. 12 Eylül darbesinin 43. yıldönümünde faşizmi, darbeciliği lanetliyor, hayatını kaybeden direnç çiceklerini saygıyla anıyoruz

12 Eylül faşist cunta yönetimi, TBMM’ni, siyasi partileri, sendikaları, kitle örgütlerini kapatmış, işçi sınıfının ve emekçilerin sermayeye karşı grevlerini direnişlerini yasaklamıştı. Yüzbinlerce insan gözaltına alınmış işkenceden geçirilmişti. Askeri cezaevleri ve emniyet müdürlükleri işkence merkezleri haline gelmişti
Faşist Askeri Cunta iktidar döneminde hertürden zulüm, zorbalık ve hukuk dışı eylemler devleti yönetme ekseni oldu.
Araştırmalara göre 12 Eylül Askeri Darbesi’nin toplumsal ve siyasal bilançosu şöyledir:

1 milyon 683 bin kişi ‘fiş’lendi.
650 bin kişi gözaltına alındı.
Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
7 bin kişi idam istemiyle yargılandı.
517 kişiye idam cezası verildi.
259 kişinin idam dosyası Yargıtay’ca onandı.
49 kişi idam edildi
71 bin kişi 141, 142 ve 163’den yargılandı.
98 bin 404 kişi ‘örgüt üyesi’ olmak suçundan yargılandı.
388 bin kişiye pasaport verilmedi.
14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı.
30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.
300 kişi ‘kuşkulu bir şekilde’ öldü.
171 kişinin ‘işkenceden öldüğü belgelerle kanıtlandı.
14 kişi cezaevindeki uygulamaları protesto etmek için yaptıkları ‘açlık grevi’ sonucu yaşamını yitirdi.
30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı.
1402 sayılı yasa nedeni ile 3 bin 854 öğretmenin ve 120 öğretim görevlisinin işine son verildi.
1402 sayılı yasa nedeniyle 9 bin 400 kişi kamu görevinden atıldı ya da sürüldü.
47 yargıç görevden atıldı.
7 bin 233 devlet görevlisi bölgeleri dışına sürüldü.
937 film ‘sakıncalı’ bulunduğu için yasaklandı.
23 bin 667 derneğin faaliyeti durduruldu.
İstanbul’da gazeteler toplam 300 gün yayımlanmadı.
13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
31 gazeteci cezaevine konuldu.
Gazeteciler hakkında toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
Gazetecilere toplam 3 bin 715 yıl hapis cezası verildi.
300 gazeteci saldırıya uğradı.
3 gazeteci öldürüldü.
49 ton gazete, dergi ve kitap, sakıncalı olduğu için imha edildi.(1)

Bugün 12 eylül yönetim çizgisi her anlamda sürmektedir. Parlemento işlevsiz kılınmıştır. Kararnamelerle ülke yönetilir duruma gelmiştir. Seçilmiş belediye başkanları görevden alınmakta ve yerlerine kayyum atanmaktadır. Binlerce kamu çalışanı ve akademisyen yargı kararı olmaksızın mağdur edilmiştir. Üniversiteler ve okullar liyakat, birikim ve akademik kariyere bakılmaksızın iktidarın yandaş memurlarınca yönetilir duruma getirilmiştir. Eğitim sistemi yap-boz politikalarıyla yönetilmektedir. Eğitim ve öğretim de güdük laisizm tasfiye edilmiştir. İzmir, Tekirdağ,Eskişehir pilot bölge seçilerek, her okula bir din görevlisi atanmıştır. Eğitim sistemi şeriat kıskacı içerisine alınmıştır. Sağlık sistemi tamamen katkı adı altında paralı hale getirilmiştir.

Halkın sağlık sorunları hergeçen gün büyümektedir. Şehir hastaneleri politikaları ile, yerleşim yerlerindeki sağlığa ulaşımın kolay olduğu hastaneler tasfiye edilmektedir. Halk sağlığı büyük bir tehdit altındadır. Fabrikalarda, işletmelerde işçiler sağlıksız koşullar altında çalıştırılmakta, işçi sağlığı ve güvenliği yoktur.
Adalet hak ve hukuk yoktur. Adalet iktidara bağımlı durumdadır. Düşünce ve ifade etme özgürlüğü yoktur. Gazeteciler hukukçular hapishanelerde çürütülmektedir. Cezaevleri hasta tutsaklarla doludur. İnsanlar kaçırılmakta, muhbirlik teklif edilmektedir, gözaltında kişilere işkence ve kötü muamele yapılmaktadır, muhaliflerin can güvenliği bulunmamaktadır.

Doğa, yeraltı-yerüstü milli zenginlikler talan edilmektedir. Ormanlarımız maden ve altın uğruna çokuluslu şirketlerin talanına açılmıştır. Jeotermal enerji adı altında Aydın ovası bitirilmek istenmektedir. Ormanlarımız korunmamakta ve heryıl binlerce hektar orman yakılmaktadır.. Yangın söndürmek için teknik araçlar helikopter vb. yetersizdir. Akbelen gibi ormanlık alanlarda maden sahası açmak için ağaç katliamları sürmektedir. Ormanlarına sahip çıkanlara gözaltına alınmakta, zor politikaları uygulanmaktadır.

Bütün komşu ülkelerle sorunlu bir dış politika izlenmektedir. Bölgemizde savaş tamtamları çalınmaktadır. Suriye’nin içişlerine karışan ve iç savaşın tarafı olan bir askeri-siyasi bir politika izlenmektedir. Tarım bitirilmiştir. Sorunlar saymakla bitmemektedir.

Emekçiler, işçiler, emekliler düşük ücretler ve hayat pahalılığı karşısında güç durumdadır.

Emek ve demokrasi güçlerinin birleşik örgütlü mücadelesiyle bir çıkış bulmak mümkündür

(1) Tihv Dökümantasyon

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: Savaşsız, sömürüsüz bir Dünya için hep birlikte Barış diyelim!

1 Eylül Dünya Barış Günü’nde İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde insan zinciri oluşturdu. İnsan zincirine Yeşil Sol Parti Milletvekilleri İbrahim Akın, Burcugül Çubuk ve Gülistan Kılıç Koçyiğit’de katıldı. insan zincirinde “Biji aşiti yaşasın barış”, “Savaşa hayır barış hemen şimdi” ve “Tecrite hayır tutsaklara özgürlük” sloganları atıldı. Zincirin ardından Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri adına açıklamayı İHD İzmir Şube Başkanı Ali Aydın okudu. Açıklamanın ardından etkinlik Praksis müzik grubu ve Kasım Taşdoğan’ın ezgileri ile sürdü.

Açıklama şöyle;

“BARIŞ HAKKINI SAVUNARAK BARIŞI GETİREBİLİRİZ!
Barış evrensel bir insan hakkıdır, bu hakkımızı savunmak üzere bir aradayız.

1 Eylül 1939 günü Nazi Almanya’sının Polonya’ya saldırısı ile 2. Dünya savaşı başlamış, tüm dünya genelinde 60 milyon insan bu savaş nedeniyle yaşamını yitirmiştir. Dünya işçi, emekçilerinin ve halklarının,faşist kıyımları, yaşanan acıları ve yıkımları unutmamaları, barış mücadelesini her zaman gündemde ve güncel tutmaları için BM Genel Kurulunca 1 Eylül Dünya Barış günü ilan edilmiştir.

Barış talebinin, medeni ve siyasi haklarla (yaşam hakkı, işkence yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, adil yargılanma hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü vb.) olduğu kadar; ekonomik, sosyal ve kültürel haklar (çalışma hakkı, konut hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, dil hakları) ile de ilişkisi bulunmaktadır.

Uluslararası metinlerde temel yaklaşım, barışın insan hakları ve özgürlüklere dayalı oluşudur. İnsanlar arasındaki her türden eşitsizlikler, hakların ve özgürlüklerin tanınmayışı, savaşların ve çatışmaların temel sebebidir. O nedenle, her şart altında ve dünyanın neresinde olursa olsun, barışın haklara ve özgürlüklere dayalı olarak sağlanabileceği düşüncesindeyiz.

BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesinin 20. Maddesi, Savaş propagandası ve düşmanlığı savunma yasağı başlığı altında “1. Her türlü savaş propagandası hukuk tarafından yasaklanır. 2. Ayrımcılığa, kin ve nefrete veya şiddete tahrik eden herhangi bir ulusal, ırksal veya dinsel düşmanlığın savunulması hukuk tarafından yasaklanır.” Şeklinde hükümle Devletleri barışı koruma ve büyütmeye çağırmaktadır.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi başlangıç bölümünde barışın temelini: “İnsanlık ailesinin bütün üyelerinin doğal yapısındaki onuru ile eşit ve devredilemez haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu” şeklinde vurgulamaktadır.

Türkiye etnik, dilsel, dinsel ve kültürel özellikleri bakımından çoğulcu bir dokuya sahiptir. Çoğulculuk, “herkes farklı, herkes eşit” sloganında ifadesini bulur. Çoğulculuk aynı zamanda demokrasinin de temelidir. Demokrasi ile insan hakları arasında koparılamaz bir bağ bulunmaktadır.

Bu nedenledir ki, Türkiye’nin temel sorunlarından birinin insan hakları ve demokrasi sorunu olduğunun altını çizerek ve bu temel sorunun en önemli halkasının da Kürt sorunu olduğu tespitinde bulunmaktayız.
Türkiye, Kürt sorunu gibi temel sorunlarını diyalog ve müzakereye dayalı çatışma çözüm yöntemleri kullanarak çözememiş ve ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını tanımamış bir ülkedir. Bu nedenle silahlı çatışmalar ülke içi ve ülke dışında devam etmektedir.

Çatışma ve savaş ortamı ile birlikte oluşan baskı ortamında şiddetin öne çıkması ve beraberinde nefret dilinin zehrini akıtması kaçınılmaz olmuştur. Kadın ve LGBTİ + cinayetlerinin önlenememesi, kadına, LGBTİ + lara ve çocuklara yönelik taciz ve tecavüzün artması böylesi bir şiddet ortamı ile de izah edilebilir. Nefret saiki ile artan ırkçı saldırılarda ise yükseliş eğilimi artmaktadır.
Çatışmalı süreç, Türkiye’yi getirdiği rejim değişikliği ve otoriter bir yönetim anlayışının yarattığı sürekli bir baskı ortamı oluşturmuştur.

Yeni Osmanlıcı, yayılmacı, Kürt karşıtı cihatçı çetelerle işbirliği içinde yürütülen Ortadoğu politikası sonucu milyonlarca göçmen/sığınmacı/mülteci sorunu oluşmakta ve bununla birlikte mültecilere yönelik nefret söylemi ve saldırıları giderek artmaktadır.

Çatışmalı ortam ve savaşlar, ekonomide telafi edilemez ağır kayıplar meydana getirmekte kitleleri hızla yoksulluğa sürükleyerek sürekli bir ekonomik kriz hali oluşturmaktadır. Türkiye’de ve bölgemizde süren savaş ve çatışmalı ortam ekonomik krizi arttırmakta ve halkın daha da yoksullaşmasına neden olmaktadır. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki kaynaklarının büyük bir çoğunluğunu silaha ve savaşa ayıran ülkelerde yoksulluk artmaktadır. Ülkemiz Türkiye de bu kategoride yer almaktadır.

Ülkemizde açlık ve yoksulluk dile getirildiğinde yetkililer “bir mermi kaç paradır, biliyor musunuz?” diyerek yoksulluğun en önemli nedeninin savaş ve çatışmalı ortam olduğunu çıplak bir şekilde beyan etmektedir. Seçim çalışmalarında, üretilen insansız hava araçları, tank ve benzeri silahların üretimi ve yürütülen çatışmalı ortam propaganda malzemesi yapılmaktadır. Silahların üretimi ülkenin kalkınması olarak gösterilmektedir.

Savaşlarda kullanılan kimyasal silahların doğayı yok ettiğini 2 Dünya Savaşının sonuçları göstermektedir. İkinci Dünya Savaşında Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının çevresel etkileri aradan geçen 79 yıla rağmen devam ettiği görülmesine rağmen kimyasal silahlar halen kullanılmaktadır.

Bütün bu olumsuzluklardan kurtulmamızın en önemli adımlarından biri ülke ve dünya barışın sağlanması ile mümkün olacaktır. Kürt sorununda inkâr politikalarından vazgeçilmeli, kalıcı bir barış için çatışmanın tarafları sorumluluk almalıdırlar.

Başta İmralı Hapishanesi olmak üzere yürütülen ağır tecrit koşulları tüm hapishaneleri sarmış durumdadır. Tüm siyasi tutuklu ve hükümlülere karşı bir norm haline getirilmek istenen bu insan hakkı ihlaline karşı mücadele edilmelidir.

Hapishanelerdeki tüm siyasi mahpuslar serbest bırakılmalı, “Mahpus, suç” ayrımı yapan, hukukilikten uzak ve ayrımcı kanun ve uygulamalardan vazgeçilmeli, keyfi infaz yakma ve disiplin cezalarına son verilmelidir.
Siyasi ve toplumsal muhalefet üzerindeki her türden baskı, İfade, örgütlenme ve toplanma hakkının önündeki engeller kaldırılmalıdır.

Sorunun tarafları diyalog kurarak, Nasıl bir barış istiyoruz? Nasıl bir çözüm istiyoruz? Sorularına cevap bulmak için müzakere ve uzlaşı yolu bulmalılar. Bu süreçlere siyasal ve toplumsal kesimlerin katılması sağlanmalı, süreçlerin yasal güvencesi oluşturularak nihayetinde ise anlaşma ile anayasal ve yasal çözümler bulunmalıdır.

İşsizlik artıyorsa, insanca yaşayacak bir ücret alınamıyorsa, üniversite öğrencileri yurt bulamıyorsa, depremde binalar insanların üzerine çöküyorsa, adaletsizlik, liyakatsizlik, insan kayırmalar oluyorsa, muhalifler cezaevlerini dolduruyorsa, ülkenin yüzde sekseni yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşıyorsa bunun en önemli nedenlerinden biri barışın sağlanmamasıdır. Devletlerin bütçelerinin insanların insanca yaşayacak bir düzen için değil de savaşa, yayılmacı emperyalist uygulamalara harcanmasındandır.

Şu anda yanı başımızda sürdürülen Ukrayna-Rusya savaşı da NATO’nun yayılmacı ve emperyalist paylaşım savaşının bir parçası olup, savaşa taraf devletler, savaşı bahane ederek silahlanmanın bütçedeki paylarını arttırıp emekçilerin, işçilerin, halkların haklarını kısıtlayıcı yasalar çıkarmaktadırlar. Ortadoğu halklarını ve emekçileri etnik ve mezhepsel boğazlaşmaya mahkum eden, bir bütün olarak dünya halklarını açlığa sürükleyen emperyalizmin savaş örgütü NATO’nun derhal dağıtılması, dünya halklarının barışı açısından elzem bir yerde durmaktadır. Bununla birlikte emperyalistler elini Ortadoğu’dan çekmeli, bölge halkları kendi kaderini tayin etmelidir.

Ülkemizde de siyasi iktidar yetkilileri savaşa ayrılan bütçeyi artırırken, halka ise “porsiyonu küçültme” tavsiyesinde bulunmaktadırlar.

Türkiye’nin siyasi partileri ve toplumsal muhalefeti barışa odaklandığı taktirde kesinlikle yeni bir barış sürecinin önünün açılacağı düşüncesindeyiz.

Emek ve demokrasi güçleri olarak; kendi karları ve iktidarları için halkları birbirine düşman eden, barışı tehdit eden kapitalist emperyalist sisteme bu sisteme karşı ortak mücadele yürütmeyi sürdüreceğiz.

Emek ve Demokrasi güçleri olarak, Türkiye’de barışa giden yolun barış hakkı mücadelesi ile olacağını biliyoruz.

Emek ve Demokrasi güçleri olarak, ülkemiz başta olmak üzere tüm dünyada barışın egemen olduğu bir yaşam için barış hakkı mücadelemizi sürdüreceğiz.

Savaşsız, sömürüsüz bir Dünya için hep birlikte Barış diyelim!
Savaşsız, sömürüsüz bir Dünya için hep birlikte Aşiti diyelim!

İZMİR EMEK VE DEMOKRASİ GÜÇLERİ”

Halklar savaş değil barış istiyor.

Bugün, insanlık tarihi boyunca yaşanan savaşların en kanlısı, kitlesel ağır kayıplara , büyük acılara, katliamlara, yıkıma yol açan İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı gün olan 1 Eylül. Faşist Hitler diktatörlüğünün Polonya’yı işgal ettiği, milyonlarca insanın ölümüne yol açan 2. Dünya savaşının başladığı tarih..

Milyonlarca insanın yaşamını yitirdiği emperyalist paylaşım savaşının bir daha asla yaşanmaması için dünyanın pek çok yerinde ve ülkemizde, işçiler, emekçiler, halklar, emperyalizme, savaşa, faşizme ve tüm gericiliğe karşı ayağa kalkıyor, sömürünün olmadığı, eşitlikçi, adaletli, barış içinde, eşitlik temelinde kardeşçe yaşayacakları uluslararası toplumsal bir düzeni ve ortaklaşmacı ,dayanışmacı bir düzeni talep ediyorlar.

Bugün dünyamızda bölgesel çatışmalar, iç savaşlar, bütün şiddetiyle sürüyor. Başta ABD emperyalizmi olmak üzere, emperyalist devletler arasındaki çatışmalar derinleşiyor. Devrimci demokratik güçler, emperyalist güçlerin çatışmalarının işçilere, emekçilere, kadınlara, çocuklara kan ve gözyaşı, tecavüz getirdiğini ve ağır acılara, kayıplara yol açtığını biliyor, görüyor; emperyalist devletlerin faşist diktatörlüklere ve iç gericiliklere karşı politik manevralarını izliyor, halklara ve milletlere saldırı, kuşatma, tehditlerine karşı mücadele ediyorlar..

Dün olduğu gibi bugün de emperyalist devletlerin yayılmasını ve uluslararası sermayenin karını artırmasını sağlamak için halklar arasındaki çatışmalar dil, din, renk, etnik kimlik, ulusal köken farklılıkları kışkırtılmakta ve bölgesel çatışmalar, iç savaşlar artmaktadır. Halklar ve milletler savaş kıskacı içerisine alınmıştır. Bölgesel çatışmalar vekalet savaşları, iç savaşlar büyük göçlere, açlığın yoksulluğun derinleşmesine, büyük adaletsizliklere, tüm ezilenlere, kadınlara ve ezilen halklara yönelik şiddetin artmasına ve büyük kayıplara ve acılara yol açmaktadır.

Ülkemizde ise AKP ve MHP’nin çektiği faşist iktidar bloku düşünce ve ifade özgürlüğünden, işkence yasağına kadar tüm temel hak ve özgürlükleri ağır biçimde ihlal etmektedir., Seçilmiş politikacıları, ülkenin avukatları, gazetecileri ve insan hakları savunucularını, aydınları hapishanelere doldurmaktadır. Yıllardır uyguladıkları kör ekonomi politikaları sonucu ülkeyi altından kalkılmaz ağır bir ekonomik krize sokarak işçilerin, emekçilerin büyük bedeller ödeyerek mücadeleyle elde ettiği tüm kazanımları gasp ederek, krizin sonuçlarını halkın sırtına yıkmışlardır. Ülke içinde ve dışında savaş kışkırtıcı politikaları yürütülmektedir. Tüm sorunların çözümünde baskı, şiddet ve savaş tek yöntem haline getirilmiştir.

Ekonomik krizin derinleştiği koşullarda aynı zamanda faşizmin baskı ve şiddet politikası coğrafyamızda çatışmaları kışkırtma politikaları; bölgesel çatışmalara ve savaşlara yol açacak boyutlara ulaşmıştır. Coğrafyamızda halkların ve milletlerin çıkarı ve talebi savaş ve militarizm değil barış ve demokrasidir. Ülke içinde ve bölge halkları arasındaki savaş politikalarına son verilerek barışçıl politikalar ve içişlerine karışmama politikaları izlenmesi, temel hak ve özgürlükler temelinde sorunların çözümüne de kapı açabilir. Bir demokrasi sorunu olan Kürt sorunun da barışçıl ve demokratik biçimde çözülmesinin yolu budur.

Bugün başta ABD emperyalizmi olmak üzere tüm emperyalist devletlerin ve onların işbirlikçilerinin coğrafyamızdaki, savaş kışkırtıcı, sömürgeci, yayılmacı politikalarına karşı direnme savaşı ve demokrasinin yolu halkların ve milletlerin emperyalizme ve faşizme karşı birleşik mücadelesinden geçiyor!

Coğrafyamızda halkların ve milletlerin faşizme ve savaşa karşı demokratik ve barışçı politikalara ihtiyacı var. Emperyalist paylaşım savaşının yol açtığı acıları bir daha yaşamamak için dünyada ve bölgemizde, tüm halkların eşit, özgür, insanca ve kardeşçe yaşayacağı bir toplumsal düzeni kendi ellerimizle kurmanın yolunu açmak için herkesi omuz omuza ortak mücadeleye davet ediyoruz.
Halklar savaş değil barış istiyor.

İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kapatılmasın, Hastaneme Dokunma!

İzmir’de Karabağlar ilçesinde bulunan Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin siyasi iktidar tarafından kapatılarak, Bayraklı’da yeni yapılan Şehir Hastanesine taşınmasına karşı Karabağlar Kent Konseyi, İzmir Tabip Odası, Disk Emekli-Sen, sağlık alanındaki sendika ve kitle örgütleri’nden katılılımcılarla hastane bahçesinde basın açıklaması yapıldı ve imza kampanyası açıldı. Katılımcılar, “Ranta hayir, hastaneme dokunma”, “Yollarda ölmek istemiyoruz”, “Bozyaka Hastanemiz kapatılamaz” “Sağlık haktır, ranta hayır” sloganlarını attı.

Yapılan açıklama Şöyle,

“BOZYAKA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ KAPANMASIN, TAŞINMASIN
BÜTÜN SÜREÇLER HAKKINDA HALKIMIZ BİLGİLENDİRİLSİN.

Bilindiği gibi; 2008 yılında 5747 sayılı kanunla kurulan Karabağlar ilçemizde yaklaşık olarak 500 Bin vatandaşımız yaşamaktadır. Ayrıca İzmir ili içinde en çok engelli de ilçemizde ikamet etmektedir. Bu haliyle ilgili mevzuata ve standartlara göre kişi başına düşen sağlık alanı 1.5 m² olması gerekmekte, ancak mevcut durumda kişi başına düşen sağlık alanı, 0.54 m² dir. Mevcut durum bu haliyle yeterli değilken bir süredir kamuoyunda Bozyaka Eğitim Hastanesinin Bayraklı da yeni yapılan Şehir Hastanesine taşınacağı söylentisinin gerçekleştiği ve 4 Eylül de tamamen taşınılacağı bilgisi alınmıştır.

Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 500 bin nüfuslu ve çoğunlukta dezavantajlı vatandaşımızın ikamet ettiği ilçemiz sınırlarında 40 yıldır hizmet vermektedir..
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile beraber bölgemizin sağlık hizmetlerini belirli bir oranda karşılayabilirken, hastanenin taşınması sonucunda halkımız sağlık hizmetinden yararlanma da çok büyük bir kayıp yaşayacaktır.
Öte yandan Bozyaka Hastanesinin tamamen yıkılacağı söylentisi de duyulmaktadır. Hastanemiz yıkıldığında doğacak hizmet açığı NASIL giderilecektir?
En temel hakkımız olan sağlık hakkımızın eksik veya niteliksiz verilmesinin sonuçları can kayıplarına yol açacağı açık olduğundan “HASTANEME DOKUNMA” diyoruz.

Karabağlar’lılar olarak halkımızın zaten yeterli olmayan
sağlık hizmet hakkına erişiminin engellenmesi İSTEMİYORUZ!
Biz bütün bu konularda yetkililerden açık, net ve ayrıntılı bilgi almak istiyoruz

VE TÜM YETKİLİLERE ŞU SORULARI YÖNELTİYORUZ.
MERAK EDİYORUZ.
BOZYAKA EĞİTİM HASTANESİ
Hastane kampüsündeki binalar tamamen yıkılıp, alan başka bir fonksiyona mı ayrılacaktır. ?
Bozyaka hastanesi yıkıldıktan sonra yeniden yapılacağı söyleniyor bu doğru mudur?
Eğer bu doğru ise yapılacak binanın planlaması ve iş bitiş süresi nedir?

Poliklinik hizmeti alanda bırakılıp, bazı bölümlerin Bayraklı Şehir Hastanesi ‘ne mi taşınılacaktır.
Eğer bu seçenek geçerli ise, İzmir ili merkezinin Konak Meydanı olduğu bilindiğinden ilçemizde yer alan söz konusu hastanenin kentin güney aksında yer alan bir hastanenin en kuzeyine taşınması doğru bir planlama mıdır.?
Bu kararın muhtemelen iyi niyetle, ancak İzmir’de yaşamayan İzmir’le ilgili hiç bilgisi olmayanlarca alınmış olduğu düşünülmektedir.
Şehir Hastanesine gitmek isteyen hastalar nasıl bir ulaşım hizmeti ile oraya ulaşacaklardır? Henüz bir toplu ulaşım imkanı olmadığı şeklinde bilgiler duyulmaktadır.
Ayrıca günümüzdeki ulaşım hizmetlerinin ne kadar yüksek maliyetli olduğu bilindiğinden , Karabağlar ilçesinden şehir hastanesine ulaşım için birden çok toplu taşım hizmetinden yararlanmak zorunda kalacağı açıktır.
Ulaşım masraflarının vatandaşlar tarafından karşılanıp karşılanmayacağı düşünülmüş müdür.?
İlgili tüm kurumlarla ulaşım sorununun çözümü ile ilgili çalışmanız var mıdır?
Şehir Hastanesinin ruhsatla ilgili tüm kontrol süreçleri tamamlanmadığı ve tam anlamıyla hasta kabul süreçlerine başlayamayacağı bilgisi duyulmaktadır.
Bu durumda aradaki boşluk nasıl sonuçlanacaktır.
Mevcut randevu sistemi ile, randevu alınmasında büyük zorluklar çekilmektedir.
Hali hazır da söz konusu hastanede sağlık hizmeti alanların durumu ne olacaktır.Tedavisi yarım kalan hastaların tedavisi nerde devam edecektir.?
Yine hastanemizden Evde bakım hizmeti alanların durumu ne olacaktır.?
Halkımız;” HASTANEMİZ NEREYE GİDİYOR, BİZ NE OLACAĞIZ” diye sormaktadır.
Bozyaka Hastanesinin yıkılması süreci ile bölgemizde doğacak sorunların görülmesi ve çözüm anlayışının irdelenmesi ile yoksulluklada mücadele eden halkımızın sağlık hizmetlerinden yoksunluğunu KABUL ETMİYORUZ!

Bozyaka Hastanesi’nin çok yakın bir tarihte hizmet kapasitesini oldukça kaybetmesi ve bu konuda halkın eksik bilgilendirilmesi bir çok şaibeleri dedikodulara yol açmaktadır halk bu anlayışta hem değersiz olduğunu hissetmekte hem de kaygılarıyla yalnız bırakılmaktadır. Bir an evvel bu acil cevap bekleyen soruların cevaplanmasını talep ediyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti’ndeki her vatandaşın adil bir şekilde sağlık hizmetlerinden istifade etmesi, sağlık hizmetleri erişebilmesi anayasal hakkıdır. Karabağlarda yaşayan vatandaşların bir şekilde bundan mahrum edilmesi söz konusu dur durum böyleyken anlayamadığımız nedenlerle vatandaşlarından bundan mahrum edilmesi kabul edilemez.

HASTANEME DOKUNMA!
BOZYAKA HASTANESİ KAPATILMASIN
SÜREÇ ŞEFFAF YÜRÜTÜLSÜN!”

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: Bulunduğumuz her yerde tüm yurttaşları örgütlenmeye ve birlikte mücadeleye çağırıyoruz. Artık her yer Cudi her yer Akbelen her yer direniş.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde “Akbelenden Cudiye işte Rant,Talan Savaş Düzeni” pankartı açarak basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklayı Kesk Dönem Sözcüsü, Büro Emekçileri Sendikası (BES) İzmir Şube Başkanı Mustafa Güven okudu.
Açıklama şöyle;

“CUDİ YANIYOR AKBELEN AĞLIYOR
Akbelen’de ağaç katliamını engellemeye çabalayan halkın üzerine polisi askeri, sürüyorlar. Yaşlı genç demeden zulmediyorlar. Halkı kana ve gözyaşına boğuyorlar. Ateşe verilen Cudi’de yanan ormanı söndürmeye gelen halka engel oluyorlar.

Ancak “yerli”, “yabancı” demeden tüm Türkiye halkları genciyle yaşlısıyla, kadını erkeğiyle el ele vermiş yangına ve orman katliamına karşı bir şeyler yapmaya çabalıyor. Her yerde halk var. Hangi dilden, hangi inançtan ve hangi kültürden olursa olsun, halk yaşama ve geleceğe sahip çıkıyor. Yanan ormanı söndürmeye, kesilen ağaçlara engel olmaya çabalıyor.
Ve seçimden yeni çıkmış iktidar bir kez daha halkla karşı karşıya…

Maden projesine karşı dört yıldır Akbelen Ormanı’nı savunmaya çalışan Muğla’nın İkizköy Mahallesi sakinleri, 24 Temmuz Pazartesi sabahı saat 05:00- 06:00 sularında jandarmanın ormana girmesiyle yeni güne uyandılar. Kolluk kuvvetleri, orman kesim ekibinin engellenmemesi için bölgede barikatlar kurmaya başladı. Bölge sakinlerinin alanda bu hukuka aykırı ve haksız kesim işlemi için alanda toplanmaya başlaması, Akbelen Ormanı davası avukatlarının ve doğa severlerin bölgeye intikal etmesiyle birlikte kolluk kuvvetlerinin sayısı alandaki kişilere oranla fazlasıyla arttığı gibi alanı bu haksız müdahaleye karşı korumak isteyenlere yönelik müdahaleleri de şiddetlendi.

Bölgeden bugüne dair yansıyan haber ve görüntülerde, kolluk kuvvetlerince haksız ve orantısız pek çok işlem ve müdahale uygulandığı anlaşılmaktadır. Hukuka aykırı bir şekilde ve ölçüsüz olarak uygulanan biber gazı ve tazyikli su müdahalesi bugüne dair basına en çok yansıyan görüntü olmuştur. Bunun yanı sıra, bölgede bulunan avukatların keyfi olarak gözaltına alınmış ve bir kısmı hâlâ gözaltında tutulmaktadır. Yine bölgeye gitmek isteyen doğa severlerin fiziken engellenmesi, bölgeye giden yollarda yıldırma amaçlı yapılan ve trafik akışının aksamasına yol açan kimlik kontrolleri ve sabahtan öğle saatlerine kadar ve kimi muhtelif zamanlarda telefon sinyallerinin engellenmesi diğer haksız müdahaleler olarak aktarılmaktadır.

Her geçen dakika bir ağaç yitip giderken Anayasamızın 169. maddesi gereğince ormanları korumak şeklinde aslî bir görevi bulunan devletin kolluk güçlerinin, devletin bu görevini yerine getirmek üzere ve vicdani bir sorumlulukla alanda bulunan vatandaşlara yönelik bu hukuka aykırı ve ölçüsüz müdahaleleri kabul edilemez. Hukuka aykırı her bir işlemin takipçisi olacağımızı buradan bildiriyoruz.

Küresel ısınma ve iklim krizinin yarattığı sıcaklıkla boğuştuğumuz bu günlerde gerek ülkemizde gerek komşu ülkeler ve dünyanın çok farklı noktalarında çıkan yangınlarla ormansızlaşma hızla sürerken Anayasa’ya ve kanunlara aykırı olarak yapılan bu kesim işlemi akabinde karşılaşacağımız sorunlarla yalnızca doğayı savunan bizler değil, devletin her bir kamu görevlisi de bir gün yüzleşmek zorunda kalacaktır. İkizköylülerin hepimiz için, tüm canlar için verdiği bu haklı mücadelede yanlarında olduğumuzu bir kez daha tüm kamuoyuyla paylaşıyoruz!
Akbelen’de asker cop sallıyor, TOMA tazyikli su sıkıyor. Yaşlı köylüler dövülüyor, yerde sürükleniyor. Gözünün içine gaz sıkıyorlar gerçeği görüntüleyen gazetecilerin. Halka yapılan düşmana yapılmaz!
Cudi’de yangını söndürmeye çalışanlara yapılan aynı şey… Cudi’de gerçeği çarpıtmak için “vatan millet, ezan bayrak” diyenler Akbelen’de “vatan topraklarını” kâra doymaz patronlara peşkeş çekiyor. Limak için yüz yıllık, yüz elli yıllık ağaçlara, asırlık doğaya kıyıyorlar. Cudi’de ormanı ateşe veriyorlar.

Günlerdir pek çok hukuka aykırı müdahalede bulunmuş olan kolluk güçlerine, Türk Ceza Kanunu 24. maddesi uyarınca, konusu suç teşkil eden emrin hiçbir surette yerine getirilemeyeceğini, aksi takdirde bundan sorumlu olacaklarını hatırlatıyoruz. Aynı zamanda, yarın kendileri ve belki gelecek kuşakları adına pişman olmamak için bu tutumlarından derhâl vazgeçmeye ve İkizköylülerin haklı mücadelesinin yanında olmaya davet ediyoruz! Cudi Yangınına müdahale edin ve halkın yangına müdahalelerine engel olmayın. Doğa katliamlarına karşı mücadele edenlere karşı yapılan gözaltılar derhal serbet bırakılsın.

Öyle görüyor ki artık tüm doğa katliamlarına karşı ayrımsız birlikte mücadele zamanıdır. İzmir emek ve demokrasi güçleri olarak bulunduğumuz her yerde tüm yurttaşları örgütlenmeye ve birlikte mücadeleye çağırıyoruz. Artık her yer Cudi her yer Akbelen her yer direniş.

İZMİR EMEK VE DEMOKRASİ GÜÇLERİ”

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri; Akbelen ve İkizköy yalnız değildir. Sermaye elini doğamızdan çek

Muğla’nın Milas ilçesine bağlı Akbelen ormanında Yeniköy, Kemerköy ve Yatağan termik santrallerine kömür sağlamak için ormanlık alanları, zeytinlikleri ve yaşam alanlarını talan eden sermayeye karşı iki yıldır nöbet tutan İkizköy’lülere ve çevrecilere jandarmanın biber gazı ile müdahalesi ve gözaltılar yaşanması ve ağaçların kesilmeye başlanması üzerine İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri sokağa çıktı ve açıklama yaptı. “Akbelen’e Dokunma” pankartı arkasında toplanan Emek ve Demokrasi Güçleri, açıklama sırasında “Akbelen köylüsü yalnız değildir”, “Sermaye elini doğamızdan çek” sloganlarını attı.

Açıklamayı İzmir Çevre Mühendisleri Odası’ndan Helin İnay Kınay okudu. Açıklama şöyle;

“AKBELEN ORMANI AKBELEN KÖYLÜSÜNÜNDÜR
AĞAÇ KESİMLERİNİ DURDURUN!
İki yıldır Muğla Milas’ta Akbelen Ormanını yok edecek kömür madeni genişlemesine karşı tüm varlığı ile mücadele eden İkizköylüler bu sabaha jandarma ve kesim ekipleri ile uyandı.

Muğla’da yaşam alanları, ormanlar, tarım alanları, köyler Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy Termik Santrallerinin kömür madenleri 40 yıldır talan ediliyor. Cehennem çukuruna dönen bölgede yaşam yok ediliyor.
Ormanlarımıza, yaşam alanlarımıza yönelik bu saldırıyı kınıyoruz!

Sadece bu bölgede yer alan 3 farklı termik santral için bugüne kadar binlerce dönüm ormanlık alan yok edildi. Termik santraller için açılan kömür madenleri nedeniyle bu bölgede 12 yerleşim alanımız ortadan kaldırdı. Maden alanlarında artık ürün ekilemiyor, ağaç dikilemiyor, arıcılık yapılamıyor, hayvan güdülemiyor, bir tutam ot bile yetiştirilemiyor.

Ülkenin yer altı ve yerüstü kaynaklarını emperyalist tekellere peşkeşle kalınmıyor. Aynı zamanda ormanlar yok ediliyor, ekoloji bozuluyor, köylülüğün var oluş nedenleri yaşam alanları yok ediliyor. Akbelen Ormanı Akbelenlilerindir halkındır.

Maden şirketleri ormanlarımızı, topraklarımızı, zeytinliklerimizi, köylerimizi avuç avuç söküp alıyor elimizden. Bahçelerimizin yanında kadar maden alanı oldu. Şimdi ise bahçelerimizi, evlerimizi, köyümüzü elimizden almaya çalışıyorlar.

Yeniköy ve Kemerköy Termik Santrallarına kömür sağlamak için sürekli genişleyen, 15 km boyunca uzanan maden ocakları Milas- İkizköy’e dayandı, en eski mahallesi olan Işıkdere’yi yutan maden ocakları, Akbelen Ormanı’na göz dikti. Asıl görevi ormanları koruman ve geliştirmek olan Tarım ve Orman Bakanlığı, 28 Kasım 2011 tarihinde dönemin bakanı Bekir Pakdemirli’nin imzası ile Akbelen Ormanının kömür ocağı haline getirilmesine izin verdi.
Kamulaştırma kararları ile topraklarından edilen, Işıkdere’yi terk etmek zorunda kalan İkizköylüler, Termikçi/Kömürcü şirketin doymak bilmeyen saldırısı karşısında, “yeter artık” deyip 4 yıldan beri yaşama hakları için mücadele ediyorlar.

Akbelen Ormanının ağaçlarının kesilmesine karşı bedenleriyle karşı koyan, kesimi durduran köylüler, ormanın yok edilmesi girişimlerini önlemek için 17 Temmuz 2021 tarihinde ekoloji hareketlerine, yaşam savunucularına çağrı yaparak, Akbelen Ormanı girişine çadırlarını kurarak ormanı korumak için bekçilik yapmaya başladılar.
Yaşamı tehdit eden kapitalist-endüstriyel yağmacılığa, talana karşı direnişin, dayanışmanın simgesi halini alan Akbelen Ormanı Nöbeti 2. Yılın geride bıraktı. Bu nöbette İkizköylülüler darp edildi, yargılandı, cezalandırıldı. Ancak yaşamı ve ormanının savunmaktan vazgeçmedi.

Bölgede madenini genişlemesi ve ağaç kesimlerine karşı verilen hukuki mücadele devam ediyor. Bilirkişi Raporları Madenin yarattığı geri dönüşü olmayan zararlar, Akbelen ormanının kaybedilmesi halinde yaşanacak ekolojik kırım ortaya kondu. Ancak mahkeme tarafından atanana yeni bilirkişilerin mesleklerine ihanet edercesine hazırladığı rapor ve onay süreci ile izinler yeniden yasal hale getirildi. Bir taraftan İtirazlar ve hukuki mücadele devam ederken, Hukukun kanunların, devletin korumakla sorumlu olduğu kurumların korumadığı Akbelen Ormanını köylüler ve yaşam savunucuları 24 saat tuttukları nöbetle korumaya devam ediyor.

Bu sabaha karşı 05,30 da Jandarma, kolluk kuvvetleri ile alana ağaç kesimi gerçekleştirilmesi için müdahale ve kesimler başladı. Hukukun, adaletin, kamu yararının yok sayıldığı bir ülkede yine sabaha karşı kendi vatandaşına karşı duran devlet eli ile ağaç kesimleri başladı.

Ormanını koruyan İkizköylülere Toma ile biber gazı ile müdahale ve gözaltılar yapıldı. Kimden neyi koruyorsunuz. Kimi koruyorsunuz. Anayasanın 169. Maddesi Bütün Ormanların Gözetimi Devlete Aittir” diyor. Ormanı koruması gerekenler ormanı koruyan köylülere saldırırarak aynı zamanda anayasal suç işlemektedir.
Buradan bir kez daha sesleniyoruz. Ağaç kesimlerini durdurun.

Bizler madenlerin, aç gözlü şirketlerin ormanlarımızı, tarlalarımızı, köylerimizi, insanlarımızı yuttuğu, tükettiği bir ülke istemiyoruz. Ne yazık ki ülkemizde egemen olan madencilik anlayışı, madenin bulunduğu tüm arazinin harap edildiği, geride ise tümüyle verimsizleştirilmiş ve kirletilmiş bir toprağın bırakıldığı bir anlayışla sürdürülmektedir. Bu anlayış nedeniyle Cerrattepe’den Fatsa’ya, Kaz Dağlarından Akbelen’e kadar her yerde verimli ormanlık alanlarımız, tabiat zenginliklerimiz yok edilmektedir. Bu anlayış, sadece madenciliği değil, yaşamı da sürdürülemez hale getirmektedir. Bu madencilik anlayışı, bir üretim faaliyeti değil, bir sömürü faaliyetidir. Madenleri olduğu gibi, doğayı ve halkı da sömürmektedir.

Kömüre vereceğimiz, madencilere vereceğimiz tek bir dönüm arazimiz, tek bir çakıl taşımız bile yok!
Akbelen Yalnız Değildir. İkizköylüler Yalnız değildir. Akbelen Ormanı ; Biz ülkenin her köşesinde emek demokrasi yaşam mücadelesi yürüten herkesin mücadelesidir.

Ülkemizin yeraltı ve yer üstü kaynaklarının peşkeşine izin vermeyeceğiz
Akbelen Ormanını, Yaşamımızı, geleceğimizi vermeyeceğiz…Yaşamı Savunacağız…

İZMİR EMEK VE DEMOKRASİ GÜÇLERİ”